16 Nisan 2013 Salı

ÖFKELENİNCE NEDEN BAĞIRIRIZ




ÖFKELENİNCE NEDEN BAĞIRIRIZ?   
(16 Nisan 2013 Balıkesir Demokrat gazetesinde yayınlandı)

Olaylar karşısında öfkeye kapılan kişi ne yaptığını bilmez. Tamamen duygularının esiri olur. Yaptıkları düşünceli davranışlar olmaz. Oysa insan bütün hareketlerini bilinçli olarak yaptığı sürece olumlu sonuç alır öfkelenen insan, duygularıyla hareket edeceği için kendisine zararı dokunabilecek davranışları bile yapar. Akıllı insan öfkesine hâkim olan insandır. Öfkeli anında aklına eseni yapmayan insandır.

Hintli bir ermiş öğrencileri ile gezinirken Ganj nehri kenarında birbirlerine öfke içinde bağıran bir aile görmüş. Öğrencilerine dönüp “insanlar neden birbirlerine öfke ile bağırırlar?” diye sormuş.

Öğrencilerden biri “çünkü sükûnetimizi kaybederiz” deyince ermiş “ama öfkelendiğimiz insan yanı başımızdayken neden bağırırız? O kişiye söylemek istediklerimizi daha alçak bir ses tonu ile de aktarabilecekken niye bağırırız?” diye tekrar sormuş.

Öğrencilerden ses çıkmayınca anlatmaya başlamış:
 “İki insan birbirine öfkelendiği zaman, kalpleri birbirinden uzaklaşır. Bu uzak mesafeden birbirlerinin kalplerine seslerini duyurabilmek için bağırmak zorunda kalırlar. Ne kadar çok öfkelenirlerse, arada açılan mesafeyi kapatabilmek için o kadar çok bağırmaları gerekir.

Peki, iki insan birbirini sevdiğinde ne olur? Birbirlerine bağırmak yerine sakince konuşurlar, çünkü kalpleri birbirine yakındır, arada mesafe ya yoktur ya da çok azdır.

Peki, iki insan birbirini daha da fazla severse ne olur? Artık konuşmazlar, sadece fısıldaşırlar. Çünkü kalpleri birbirlerine daha da yakınlaşmıştır. Artık bir süre sonra konuşmalarına bile gerek kalmaz. Sadece birbirlerine bakmaları yeterli olur. İşte birbirini gerçek anlamda seven iki insanın yakınlığı böyle bir şeydir.”

Daha sonra ermiş, öğrencilerine bakarak şöyle devam etmiş:

Bu nedenle tartıştığınız zaman kalplerinizin arasına mesafe girmesine izin vermeyin. Aranıza mesafe koyacak sözcüklerden uzak durun. Aksi takdirde mesafenin arttığı öyle bir gün gelir ki, geriye dönüp birbirinize yakınlaşacak yolu bulamayabilirsiniz”

Başka bir öfke hikâyesindeki adam yeni kamyonuna bakmak için evinden çıktığında, üç yaşındaki oğlunun gayet mutlu bir biçimde elindeki çekiçle kamyonunun kaportasını mahvettiğini görmüş.
Hemen oğlunun yanına koşmuş ve çocuğun eline çekiçle vurmaya başlamış. Biraz sakinleşince oğlunu hemen hastaneye götürmüş.
Doktor, çocuğun kırılan kemiklerini kurtarmaya çalıştıysa da elinden bir şey gelmemiş ve çocuğun iki elinin parmaklarını kesmek zorunda kalmış. Çocuk ameliyattan çıkıp gözlerini açtığında, bandajlı ellerini fark etmiş ve gayet masum bir ifadeyle,
“Babacığım, kamyonuna zarar verdiğim için çok üzgünüm.” demiş ve sonra babasına şu soruyu sormuş:
Parmaklarım ne zaman yeniden çıkacak?” Babası eve dönmüş ve hayatına son vermiş...

İnsan hata yapar. Hepimiz hata yaparız. Fakat öfkeyle ve düşünmeden yapılan şeyler, insanı sonsuza kadar rahatsız eder. Harekete geçmeden önce durun ve düşünün.

İnançlar, düşünceler ve değerler insanlar arasında farklılık gösterir, ama duygular herkeste benzerdir. Duyguların sen dili yerine ben diliyle ifade edilmesi karşıdaki kişinin sorumluluğunu fark etmesine ve kendini ifade edenin daha iyi anlaşılmasına yardım eder.

Öfke, bireyin kendisini tanıması ve uygun ifade yollarıyla belirtilmesi durumunda bireye olumlu bir güç sağlar. Öfke için harcanacak enerji, yaşamda ve ilişkilerde değişiklikler yaratmak için kullanılabilir. Öfkeyle gelen enerji olumsuz yönde kullanıldığında, rahatsız olunan durumlarda hiçbir değişikliğe yol açmayıp, diğerlerini hedef alır ve sonuç vermez.

Öfkenin olumsuz kullanımı kabul edilmeyi sağlayamaz. Sorunlarımızı çözerek ilerleyip, yaşamımızda olumlu değişiklikler yapmak istiyorsak, kendimizi tanıyarak kabul etmemiz gerekir.
Aranıza mesafe koyacak sözcüklerden uzak durun. Aksi takdirde mesafenin arttığı öyle bir gün gelir ki, geriye dönüp birbirinize yakınlaşacak yolu bulamayabilirsiniz.
Çocuğun “Parmaklarım ne zaman yeniden çıkacak” sözüne dayanamayan babanın dramı öfke patlamasından hayatına son vermesi gibi, ölümle sonuçlanmış örnekler çoktur.
Hapishaneler bir anlık öfkesinden pişman, mahkûmlarla doludur.

 “ÖFKEYE SARILMAK, BİRİNE ATMAK İÇİN KAVRADIĞINIZ SICAK BİR KÖMÜR PARÇASI GİBİDİR; YANAN ASLINDA SİZSİNİZ…”

8 Nisan 2013 Pazartesi

ARTIK, ÇOCUKLAR MAKAM KOLTUĞUNA OTURAMAYACAKLAR..!


ARTIK, ÇOCUKLAR
MAKAM KOLTUĞUNA OTURAMAYACAKLAR..!

23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramları'nın gelenekselleşen devlet başkanlarından koltuk devri uygulaması artık tarihe karıştı.
Geçen yıl değiştirilen milli bayram kutlama yönetmeliği bu yıl uygulamaya geçiyor.
Milli Eğitim Bakanlığı, geçen yıl hazırladığı Ulusal ve Resmi Bayram Yönetmeliği'nde yaptığı değişiklik bu yıl ilk kez 23 Nisan'da uygulanmaya başlayacak.
Renkli görüntülere sahne olan ilköğretim çocuklarının cumhurbaşkanı, başbakan, bakanlar hatta il ve ilçelerde idarecilerin koltuğuna oturması uygulamaları bu yıl yapılmayacak. Çocukların makam koltuklarına oturması uygulamasının öğrenciler arasında olumsuz bir rekabete dönüştüğünü ve öğrenci seçme işleminin hem öğrenci hem de öğretmenler için strese neden olduğunu gerekçeleri söyleniyor. Bazı rehberlik uzmanları ve psikologlar;” Küçücük çocuklar yüzlerce kamera ve medyanın önünde, büyük bir sorumluluk altına alınıyor. Sorulacak sorulara, cevap verme stresi altına giriyorlar. Söyledikleri sözler, medyada yayınlanıyor. Sonra bu çocuklar sınıflarında günlük hayatlarına adapte olması zor oluyor. Çocuklar açısından bu uygulamanın kaldırılmasının doğrudur.” Demektedirler.
Başımdan geçen 23 nisan anısını sizinle paylaşarak. Güncel haberin yorumunu yapacaktım. Size kendi anımı sonra anlatırım. Tesadüfen okuduğum bir yazıya çok güldüm. Tebessüm için Bugün http://www.zaytung.com sitesindeki o yazıyı aynen aşağıya alıyorum.Şaka, gülmece ve kurgu yazısıdır.
 “Hayat bir aynadır. Güler yüzle bakarsanız o da güler; kaşlarınızı çatarsanız, o da suratını asar.”
*23 NİSAN MAĞDURLARINDAN ÖRNEK DAYANIŞMA
Her 23 Nisan'da bir günlüğüne temsili olarak cumhurbaşkanlığı, başbakanlık, valilik, belediye başkanlığı, kaymakamlık gibi makamlara getirilen ancak hayatlarının ilerleyen bölümlerinde bir baltaya sap olamayan çocuklar bir dernek çatısı altında toplanıyorlar.
"Tüm Mağdur Kardeşlerimize Hayırlı Olsun"
Bu sabah erken saatlerde İstanbul Valiliği'ne gelen 5 kişilik bir heyet, resmi evrakları valiliğe teslim ederek derneğin kuruluş işlemlerini tamamladı. Valilik çıkışında basına açıklama yapan dernek başkanı Kamil Yıldızsaçan'ın heyecanı adeta gözlerinden okunuyordu. Konuşmasına "23 Nisan Mağdurları Derneği resmen kurulmuştur. Memleketimize hayırlı uğurlu olsun" sözleriyle başlayan Yıldızsaçan, "Her 23 Nisan'da makam koltuklarına oturtulup ağır bir psikolojik yükün altına sokulan, belki biraz da bu yüzden yaşamının ileriki safhasında bir baltaya sap olamayıp hayata küsen tüm kardeşlerime sesleniyorum. Gelin bu dernek altında toplanalım birbirimize destek olalım" diyerek derneğin açılışını duyurdu.

"İlk Mağdurlardan Biriyim"
Ülke genelinde 1980'lerin başlarından beri her yıl binlerce çocuğun mağdur edildiğini söyleyen Yıldızsaçan, "Ben ilk mağdurlardanım, 23 Nisan 1983'de, henüz 11 yaşındayken Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı makam koltuğuna oturdum. Ancak 4 yıl sonra, 1987'de sıkıyönetim kalkınca bunalıma girdim. Çünkü o hayalimdeki makam artık yoktu. Bu yüzden 3 yıl psikolojik tedavi gördüm. O dönemde yaşadıklarım yüzünden de okul hayatıma devam edemedim. Okulu bıraktıktan sonra bir kaç farklı işte çalışıp, sonunda galericilik mesleğine başladım. Hala da o mesleği sürdürüyorum. Geriye dönüp bakınca o günler artık bir hayal gibi geliyor. Şimdi çok şükür iyiyim ama benim yaşadıklarımı başkası yaşasın istemiyorum" diyerek kendi tecrübelerini paylaştı.

"Ülke Genelinde En Az 20.000 Mağdur Var"
Türkiye'nin her yerinde binlerce 23 Nisan mağduru bulunduğunu belirten dernek başkanı, "Ülke genelinde en az 20000 mağdur olduğunu tahmin ediyoruz. Benim şahsen tanıdığım ve benden çok daha kötü durumda olan kardeşlerim var. Çoğu utancından ortaya çıkamıyor. Mesela ismini vermeyeceğim Samsunlu bir kardeşim 1992'de Turgut Özal'ın Cumhurbaşkanlığı makamına oturmuş. Bugün kendisi uçucu madde bağımlısı. Parklarda yatıp kalkıyor. İzmirli bir kardeşim var. Zamanında İzmir Büyükşehir Belediyesi koltuğuna oturmuş. Şu anda belediyede temizlik işçisi. Bu insanların yaşadıklarını tahayyül bile edemezsiniz. Ben bugüne kadar 1000'e yakın mağdur kardeşimizle mülakatlar yaptım. Bu mülakatları çok yakında piyasaya çıkacak olan 'Zamansız Saltanatlar - Onların Hikayesi' isimli kitabımda yayınlayacağım. Umarım devlet büyüklerimiz bu kitabı okurlar da bize sahip çıkarlar" diyerek yetkililere seslendi.

Anne Babalar Dikkat: "Çocuklarınızı O Koltuğa Oturtmayın!"
Yaşadığı duygu yoğunluğu nedeniyle gözleri dolan ve bir süre konuşmasına ara vermek zorunda kalan Yıldızsaçan, "Son olarak şu anda okul çağında olan kardeşlerime sesleniyorum. Onlar işin ciddiyetinin farkında değiller. Makam koltuğuna oturmayı marifet sayıyorlar. Onlara diyorum ki; evladım, çocuğum, okul idaresinden size böyle bir talep gelse bile bi şeyler uydurun, kaytarın, gerekirse rapor alın ama gitmeyin. Anne babalar lütfen siz de duyarlı olun, çocuklarınıza sahip çıkın, o koltuğun tadını alan bir daha iflah olmaz. Biz yandık eller yanmasın" diyerek sözlerini noktaladı.”

*23 Nisan'da ‘koltuk’ devri bitti. bu bölüm http://www.zaytung.com) sitesinden alınmıştır


4 Nisan 2013 Perşembe

Sayın VELİ-NİMET ygs açıklandı…


           
 Sayın VELİ-NİMET ygs açıklandı…


Doğumundan itibaren geleceğe hazırlık endişesi ile çocukları için yaşayan ana babalar, okula kayda gidince, yeni bir unvana sahip oluyorlar. Okula ve dershaneye gittiklerinde kendilerine Sayın Veli deniyor. Kendileri de kısa zamanda alışarak “Ben Alinin velisiyim” Ben Ayşenin velisiyim “ şeklinde tanıtarak söze başlıyor..
Velilerimiz, okullarımızın dershanelerimizin VELİNİMETİ dir. Senelerdir kazancını üşenmeden kıskanmadan koşarak getirip vermeye çalışmıştır.

Okul öncesi eğitiminden başlayan masraflar, Üniversite hazırlık sürecinde doruklara çıkıyor. Kitap, dergi, dershane, özel öğretmen paraları karı koca çalışan, 2 maaş alan aileler için dahi karşılanması mümkün olmayacak düzeydedir.

YGS sonuçları açıklandı. Bu kadar masraftan sonra sonuç ne oldu. Merak edip baktık.

Çok sayıda SAYIN VELİ hayal kırıklığı yaşıyor. Yıllardır onca masraf.., kaybedilen zaman… boşa gitti. Tam olarak 8 BİN ADAY SIFIR ÇEKTİ, 234 ADAYIN SINAVI GEÇERSİZ SAYILDI. 8234 veliye bunu kim nasıl açıklayabilir.Tam 12 yıldır. Okula gidiyorlar. İlkokul ,ortaokul, lise ,dershane…. ve koskoca S I F I R …Bu nedir..! Nasıl açıklanır..

Sayın VELİLER DEN 1 805 000 KİŞİ ÇOCUĞUNU SINAVA SOKTU. Kapıda heyecanla bekledi. Sonuç açıklandı. 160 soruda ortalama 36 adet soru çözülmüş. 36 soru ortalama olarak çözülebilmiş. HAYRET VE  ÇOK ÜZÜCÜ….İŞTE KALİTE…
Lütfen..!Bundan rahatsız olan yok mu?. Biri söylesin.Kabahat tamamen öğrencide ,velide midir?.

12 yıl eğitim almış ve başarılı olmuş! Yani ilk orta lise diploması var. Türkçe konuşulan ülkede yaşıyorlar. 1.8 milyon kişi Türkçeden 40 sorudan sadece  ortalama 16 tanesini yapabiliyor..
YGS SORULARI İLKÖĞRETİM AĞIRLIKLIDIR. Birde böyle bakınca VELİLER İSYAN EDERSE HAKLI MI YOKSA HAKSIZ MI?.

Eğitimin çok acı gerçeği ile yüzleşmiş olduk.

Balıkesir ili her türlü imkâna sahiptir. Eksik derslik yok.İklim sorunu yok.Öğretmen noksanı yok.Okullaşma oranı Türkiye ortalamasının çok üstündedir.Her tarafta dershane var.Evlere özel ders hocaları ,sabah akşam gidip geliyor..

SONUÇ NE OLDU… BALIKESİR TÜRKİYE İL SIRALAMASINDA 15. OLDU…
Sıralama; Ankara, Karabük, Denizli, Aydın, Isparta, Kırşehir Eskişehir, Antalya, Burdur, Karaman, Kayseri, Niğde, Yalova, Bursa, sonra Balıkesir.
 OLUMLU BAKARSAK İLK ONBEŞTE OLMAYA SEVİNEBİLİRİZ.

Ancak.Merak eder de VELİ SORARSA..Bizim KIRŞEHİR eğitiminden farkımız var mı? Balıkesir’in, Burdur ve Karabük’ten ne eksiği var. Gerçekten imkânlarımız daha mı zayıftır.

Üzüntü içindeki velilerimize sükunet tavsiye ediyorum..Çocuklarının günahı yok..Maalesef o dünyaya geldiğinde saf temiz ve belleği bomboştu…Biz onu bu hale getirdik.Üzülmeyin.Çocuğunuzla çatışmayın.İletişiminizi koparmayın. Çocuğunuzun tek meselesi bu değil.BİZİM EĞİTİM SİSTEMİMİZ SORUNLU, ÇOCUĞUNUZ DEĞİL..

Çocuklarımızın sahibi değiliz, sadece anne ya da babasıyız. Onlar dünyaya gelmeden önce sorumluluklarımızı bilip kabul ettik. Birbirimizi seçme şansımız yoktu.· Onların yetişkinliğe neredeyse erdiğini ve birer birey olduklarını, kendileriyle ilgili kararları verebileceklerini kabul etmeliyiz. Onları çocuk olarak algılayıp büyüdüklerini kabullenmediğimiz sürece, çocuk olarak yaşamlarına devam ederler. Yetişkin olarak algıladığımız oranda olgunlaşırlar. Ancak onları kafamızdaki yetişkin kalıbına sokmaya çalışmak, bizlerden uzaklaşmalarından başka bir işe yaramaz.

Başarı, yaşamda tabiî ki küçümsenemez bir değer. Ama en önemli değer değil. Mutlu olmanın tek yolu hiç değil. Yaşamda en üstte tutacağımız daha önemli değerlerin olduğunu unutmamalıyız.
LÜTFEN UNUTMAYIN, İYİ İNSAN OLMAK, ERDEMLİ BİR İNSAN OLMAK BAŞARILI OLMAKTAN ÇOK DAHA ÖNEMLİDİR.

1 Nisan 2013 Pazartesi

“BİR NİSAN ŞAKASI” DA NEREDEN ÇIKTI..



BU MAKALE 1 NİSAN 2013  BALIKESİR DEMOKRAT GAZETESİ 3. SAYFADA YAYINLANMIŞTIR..


“BİR NİSAN  ŞAKASI” DA NEREDEN ÇIKTI..
Bolu Erkek Öğretmen Okulu birinci sınıfındaydım. Edebiyat Hocamız ŞEREF SUNAR; Şık giyimli, yakışıklı , , her zaman sakal tıraşına önem veren, kısa saçlı, diksiyonu çok düzgün, Türkçe’yi mükemmel konuşan, prensip sahibi bir öğretmenimizdi. Edebiyat, Dilbilgisi ve Kompozisyon derslerimize gelir, Namık Kemal’in, Tevfik Fikret’in, Fuzili’nin, ders kitabımızdaki tüm yazarların, şiirlerini ezbere bilirdi. Tek kelimeyle mükemmel bir öğretmendi. Örnekti.Yıllardır onun yerine koyacağım o düzeyde hocam olmadı..Şimdi Bolu’da yaşıyor .İnternetten yazılarımı okuduğunu biliyorum.Hoşgörüsüne sığınarak Sınıfça ona yaptığımız şakayı sizinle paylaşıyorum.

1972 yılı BİR NİSAN günü derse girdi. Sınıfın ortasına kadar geldi. Çeketinin önünü ilikledi. Vakur duruşuyla baş selamı verdi. "Günaydın” dedi. Gelenekte öğrenciler sağ ol der yerine otururlar. Ancak biz ŞAKA PLANI gereği, ayakta hazır ol vaziyetinde kaldık. Bütün sınıf, yüksek sesle   "ANDIMIZ" metnini, ilkokul çocukları gibi okuduk. Asil ve gururlu hocamız hiç bozuntuya vermeden, dikkatle, sakince dinledi. Andımız bitti. 

Önceden Aramızda kararlaştırdığımız senaryo gereği, Öğretmen masasının içine Fethi Demen girmiş bekliyordu. Beklediği işaretle Mecit ŞAHİN arkadaşımız ÖKSÜRDÜ. Üst kapağı montesiz öğretmen masası içindeki Fethi masayı kapıya doğru sürükledi. Hocamız çok etkilendi telaş içinde “  ne oluyor bu masaya ” diye bağırdı.  Masanın hareketine mani olmak için üst tablayı tuttu. Ancak bağlantısı olmadığı için masa tablası elinde kaldı. Ön sıradaki Kız arkadaşlarımızın sırasına koydu. Masa iskeleti içindeki Fethi DEMEN ise dar iskelet içinde çömelmiş yürüyerek masa iskeletini sürükledi. Kapıya çarptı. Kapı açıldı. Ayağa kalktı. Çok korkmuştu. Öğretmenin kendisini döveceğini düşündü.

Çekinerek ve korkarak masa iskeletini eski yerine sürükledi. Hepimiz dozu çok ağır şakayı yapmaktan pişman olmuştuk. Hocamızın bakışları karşısında adeta yerin dibine girdik.

Hocamız çok kızmıştı. Uzun uzun bize baktı. "Kilometre taşları..! Sizi karayollarına vereceğim..Yol kenarına dizsinler.Orada işe yararsız. Dedi. Fethi ürkek ve şaşkın bakışlarla masayı yerine koydu. Tablayı kapattı. Hocamız YOKLAMA ALDI DEFTERİ YAZDI. VE HİÇBİR ŞEY OLMAMIŞ GİBİ DERSE BAŞLADI.  Onun bize kilometre taşları demesi ne bir hakaret ne de bir aşağılamadır. Sadece latifeden ibarettir. 

Şeref SUNAR hocam, örnek insan, bu meseleyi orada tadında bıraktı. Dersini bir şey olmamış gibi sürdürdü.

BİR NİSAN şakaları, yaşlı genç her insanın yüzünde tebessüm oluşturan türlü türlü muzipliklerin yapıldığı bir tarihtir.

BİR NİSAN şakası nereden çıktı? Bu konuda çok söylenti var. Ben en yaygın olanını sizinle paylaşayım. 

1564 yılında dönemin Fransa Kralı 4. Charles, bir anda aldığı radikal bir karar ile yılbaşı tarihini 1 Ocak olarak değiştirdi. Bu döneme kadar Fransa’da yılbaşı olarak kabul edilen tarih, Mart ayının son haftasındaki Cumartesi günüydü. Böylelikle hafta başı itibariyle yani BİR NİSAN tarihinde, insanlar birbirlerinin yeni yılını kutlar ve çeşitli eğlence amaçlı etkinlikler düzenlerdi.

Ancak dönemin haberleşme araçlarının yalnızca at üzerindeki insanlar olduğu düşünülürse, Kral 4. Charles’ın aldığı bu değişiklik kararı, Fransa’nın birçok yerine oldukça geç bir sürede ulaştı. Bu nedenle çoğu insan yeni yılın 1 Ocak tarihine alındığından haberdar olmadı. Ancak Fransa’da kralın çevresindeki asilzadeler, yeni yılı 1 Ocak tarihinde kutladıktan sonra köylü takımının geçmiş yeni yılı 3 ay sonra kutlaması ile alay etmeye başladı. Köylülerle deyim yerindeyse “kafa bulmak” için olmayan yeni yıl partilerini ilan ettiler, asla verilmeyecek hediyeleri vaat ettiler ve böylece yaptıkları şakalar ile kendilerine büyük bir eğlence edinmiş oldular. Fransız asilzadeleri alt sınıf olarak gördüğü köylülerin, yeni yılın değişmesinden dahi haberlerinin olmamasını uzun süre boyunca bir eğlence kaynağı olarak gördü. 

Böylece geçen yıllar içerisinde BİR NİSAN tarihinde olmayan partiler ya da verilmeyecek hediyeler ile ilgili şakalar yapmak, bir adet haline geldi ve günümüze kadar ulaştı. İngilizcede bugüne ” April fools day” yani Nisan aptalları günü denmektedir. Fransızlar ise bu olayı kültürlerinin bir parçası olarak kabul ederek, âdeti sürdürmeye devam ettiler ve böylece BİR NİSAN şakaları günümüze kadar ulaştı…

Bu gün, insanımızın kıvrak zekâsı tam kapasite çalışır. Bir Nisan günü harika şeyler üretir...

Bir tatlı tebessüm herkese lazım..Gülmek ,coşkulu olmak sağlık alameti değil mi… Herkes hoşgörülü olsun.

Bugün kavga etmek yasak olsun.Bütün gün güzel şeyler düşünün.Farklılıklarımızı zenginlik olarak görün.

Ortak sevineceğimiz,ortak noktada buluşabileceğimiz yüzlerce müşterek mutabakatımızın olduğunu fark edin.Ve baharın ilk müjdeleri ile tabiatın yeşillenmesi  gibi  biz de hayatımızı güzelleştirelim.. 

Küçücük bir gülümseme insan hayatında ne kadar çok değişikler yaratıyor.Her zaman her daim hayata gülümseyelim..

Bu gün size, hayal ettiğiniz şeylere başlama cesareti, her gün hayata yeniden âşık olma gücü ve her şeyden önemlisi yaşanacak mutlu anlar getirsin. Haydi, siz de hayata gülümseyin…