26 Mayıs 2013 Pazar

ÇOCUĞUN ANNE VE BABASINA YAZDIĞI MEKTUP………





 ÇOCUĞUN ANNE VE BABASINA YAZDIĞI MEKTUP………

ÖĞRETMEN OKULU öğrencisi iken Gestald lakabı takılan eğitim psikolojisi hocamız; İYİ BİR ÖĞRETMEN OLMAK İÇİN ÇOCUĞU TAM OLARAK TANIMAK GEREKİR derdi. “Öğretmenlerimiz, insanı çok severse, çocukları çok severse onları iyi anlayabilirlerse İŞLERİNİ severler. Annelerin, babaların çocukları için doğru yönlendirilmeleri de öğretmenlerimizin sorumluluğundadır.“Demişti.

Meslekte geçen her gününde hiç aklımdan çıkarmadım.
Çocuklarımızın hepsi birbirinden güzel,hepsi birbirinden sevimli, doğu ellerin yardımına muhtaçlar.Dahası masum, prıl pırıl yürekleri ile, şekil verilmeye hazırlar.

Aile ve okul sağlıklı işbirliği yapabilmelidir. Bilimsel ve çağdaş yöntemlerin gereklerinde buluşmalıdır. O zaman, eğitim sürecinde sorun olmaz. Bir tek öğrenci dahi zayi olmadan alabileceği kapasiteyi doldurur. Mutlu insanlar çoğaldıkça, huzurlu toplum oluşur.

5 Ekim 2004 Salı  günü vefat eden, Çocuk psikolojisi uzmanı ATALAY YÖRÜKOĞLU, uzun yıllar Dünya Psikiyatri Birliği´nin ruh sağlığı danışmanlığını yürüttü.
Hacettepe Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı Kliniği Başkanlığını da yapan Yörükoğlu'nun çocuk ruh sağlığı ve hastalıkları konusunda yazılmış İngilizce ve Türkçe birçok bilimsel yayını ve kitapları bulunuyor. Bunlardan “Çocuk Ruh Sağlığı”, “Değişen Toplumda Aile ve Çocuk”, “Gençlik Çağı” kitaplarını her öğretmenimizin başucu kitabı olarak okumasını arzu ederim.

Merhum Atalay hocamız Bir arkadaşına tavsiyede bulunmuş;“PULSUZ DİLEKÇE” YAZISINI  EVİNİZİN YATAK ODASINA ASIN demiş..
Bende  ÇOCUĞU OLANIN MUTLAKA OKUMASI gereklidir.Yanınızda bulunsun arada sırada okuyun diyorum….Yararına çok inandığım.Açık anlaşılır doğru tavsiye ve önerileri içeren “PULSUZ DİLEKÇE (Kaynak: ATALAY YÖRÜKOĞLU)  ”  bir çocuğun anne ve babasına yazdığı mektubu sizinle paylaşıyorum.

Sevgili anneciğim, babacığım;
Bütün duygu ve düşüncelerimi dile getirebilseydim, size şunları söylemek isterdim: 
Sürekli bir büyüme ve değişme içindeyim.  Sizin çocuğunuz olsam da sizden ayrı bir kişilik geliştiriyorum.  Beni tanımaya ve anlamaya çalışın. Deneme ile öğrenirim. 
Bana ayak uydurmakta güçlük çekebilirsiniz.  Oyunda, arkadaşlıkta ve uğraşlarımda özgürlük tanıyın.  Beni her yerde, her zaman koruyup kollamayın.  Davranışlarımın sonuçlarını kendim görürsem daha iyi öğrenirim.  Bırakın kendi işimi kendim göreyim.  Büyüdüğümü başka nasıl anlarım? 

Büyümeyi çok istiyorsam da ara sıra yaşımdan küçük davranmaktan kendimi alamıyorum.  Bunu önemsemeyin.  Ama siz beni şımartmayın.  Hep çocuk kalmak isterim sonra. 

Her istediğimi elde edemeyeceğimi biliyorum.  Ancak siz verdikçe almadan edemiyorum. 
Bana yerli yersiz söz de vermeyin.  Sözünüzü tutamayınca sizlere güvenim azalıyor.  Bana kesin ve kararlı davranmaktan çekinmeyin. 

Yoldan saptığımı görünce beni sınırlayın.  Koyduğunuz kurallar ve yasakların hepsini beğendiğimi söyleyemem.  Ancak, hiç kısıtlanmayınca ne yapacağımı şaşırıyorum.  Tutarsız davrandığınızı görünce hem bocalıyor, hem de bundan yararlanmadan edemiyorum.

Öğütlerinizden çok davranışlarınızdan etkilendiğimi unutmayın. Beni eğitirken ara sıra yanlışlar yapabilirsiniz. Bunları çabuk unuturum. Ancak birbirinize saygı ve sevginizin azaldığını görmek beni yaralar ve sürekli tedirgin eder.

Çok konuşup çok bağırmayın.  Yüksek sesle söylenenleri pek duymam.  Yumuşak ve kesin sözler bende daha iyi iz bırakır.  "Ben senin yaşında iken..." diye başlayan söylevleri hep kulak ardına atarım.      Küçük yanılgılarımı büyük suçmuş gibi başıma kakmayın.  Bana yanılma payı bırakın.

Beni, korkutup sindirerek, suçluluk duygusu aşılayarak uslandırmaya çalışmayın. Yaramazlıklarım için beni kötü çocukmuşum gibi yargılamayın.       Yanlış davranışım üzerinde durup düzeltin.  Ceza vermeden önce beni dinleyin.  Suçumu aşmadığı sürece cezama katlanabilirim. 
Beni dinleyin.  Öğrenmeye en yatkın olduğum anlar, soru sorduğum anlardır.  Açıklamalarınız kısa ve özlü olsun.  Beni yeteneklerimin üstünde işlere zorlamayın.  Ama başarabileceğim işleri yapmamı bekleyin.  Bana güvendiğinizi belli edin. Beni destekleyin; hiç değilse çabamı övün. 

Beni başkalarıyla karşılaştırmayın; umutsuzluğa kapılırım. Benden yaşımın üstünde olgunluk beklemeyin. Bütün kuralları birden öğretmeye kalkmayın; bana sure tanıyın.  Yüzde yüz dürüst davranmadığımı görünce ürkmeyin. Beni köşeye sıkıştırmayın; yalana sığınmak zorunda kalırım. 
Sizi çok bunaltsam bile soğukkanlılığınızı yitirmeyin.   Kızgınlığınızı haklı görebilirim, ama beni aşağılamayın. Hele başkalarının yanında onurumu kırmayın.
Unutmayın ki ben de sizi yabancıların önünde güç durumlara düşürebilirim. Bana haksızlık ettiğinizi anlayınca açıklamaktan çekinmeyin.
Özür dileyişiniz size olan sevgimi azaltmaz; tersine, beni size daha çok yaklaştırır. Aslında ben sizleri olduğunuzdan daha iyi görüyorum. Bana kendinizi yanılmaz ve erişilmez göstermeye çabalamayın.  Yanıldığınızı görünce üzüntüm büyük olur.     

Biliyorum, ara sıra sizi üzüyor, belki de düş kırıklığına uğratıyorum.  Bana verdikleriniz yanında benden istediklerinizin çok olmadığını da biliyorum.  Yukarıda sıraladığım istekler size çok geldiyse bir çoğundan vazgeçebilirim; yeter ki beni ben olarak seveceğinize olan inancım sarsılmasın. 
Benden "Örnek çocuk" olmamı istemezseniz, ben de sizden kusursuz ana-baba olmanızı beklemem.  SEVECEN VE ANLAYIŞLI OLMANIZ BANA YETER.      

Sizin çocuğunuz olarak doğmak elimde değildi.  Ama seçme hakkım olsaydı, sizden başka kimsenin çocuğu olmak istemezdim.   Sevgiler, Çocuğunuz      

13 Mayıs 2013 Pazartesi

“OFF, AY DONT NOV ÂBİ YAA” ….!









13.05.2013 demokrat gazetesinde yayınlandı……….


“OFF, AY DONT NOV ÂBİ  YAA”  ….!

Karamanoğlu Mehmet Bey 13 Mayıs 1277 yılında, bu şekilde Türkçe'yi resmi devlet dili ilan etti. 


Konfüçyüs'e Sordular: Bir ülkeyi yönetmeye çağrılsaydınız yapacağınız ilk iş ne olurdu ?" Büyük filozof, şöyle cevap verdi:

Hiç kuşkusuz, dili gözden geçirmekle işe başlardım. Şöyle ki: Dil kusurlu olursa, sözcükler düşünceyi iyi anlatamaz. Düşünce iyi anlatılmazsa, yapılması gereken şeyler doğru yapılamaz. Ödevler gereği gibi yapılmazsa, töre ve kültür bozulur. 
Töre ve kültür bozulursa, adalet yanlış yola sapar. Adalet yoldan çıkarsa, şaşkınlık içine düşen halk, ne yapacağını, işin nereye varacağını bilmez. İşte bunun içindir ki dil, çok önemlidir !”

Yıllardır bu konuda çok şey söylendi. Yıllarca da söylenecek TÜRKÇEMİZE NE OLUYOR. 

Dil yaşayan canlı bir unsur gibidir. Gelişerek büyür. Çevresinde uygun olan kelimeleri içinde hazmeder. Çeşitlenerek gelişir. Hiç bir zaman pirinç ayıklar gibi kelimeler dışarıdan müdahale ile ayıklanıp atılmaz.

Ne çekti bu dil ,entelektüelin elinden…!

Yıllardır farkına varılmadan Türkçemizin kelime sayısı azalsın diye, tahribatlar yapıldı. Hem de gelişim, değişim ve çağdaşlık adına yapıldı. 

50 yıl dilimizden çok şeyi götürdü. İstiklal Marşımızı, Gençliğe Hitabeyi anlayacak tek lise üniversite talebesi kalmadı… Nutuk ikinci belki de üçüncü kez sadeleştiriliyor.

Günlük konuşma dilimizde kullandığımız kelime sayısı giderek düşüyor. Fikir dünyamızda yayınlanan şiirlerimizin, tadı sanki biraz farklı daha yavan, anlam ve kelime zenginliği daha cılız kalıyor. Dünya çapında romanımız yok. 

Haftalık edebiyat dergileri çıkmıyor. Çıkanı da okuyan yok. Günlük gazetelerin magazin haberleri ve televizyon dizileri halkın genel kültürünü oluşturuyor.

Ben bu gidişten endişeleniyorum.Dilimizdeki yozlaşma her geçen gün daha vahim hale geliyor.Çok önemli buluyorum.Kime nereye anlatayım bilmiyorum.”Söylesem tesir yok sussam gönül razı değil….”

Her geçen gün Türkçenin biraz daha yozlaştırıldığını görüyorum. Dilimizdeki yabancı kökenli sözcüklerin istilası artarak sürüyor. Kaygılarımı daha iyi ifade edebilmek için, yıllar içinde Türkçe'de nasıl bozulmalar olduğunu  ifade edecek kurmaca bir cümleyi sizinle paylaşıyorum.Bu haberi mutlaka okuyun ve birazcık düşünün!!!

Yıl: 1965
"Karşıma âniden çıkınca ziyâdesiyle şaşakaldım.. Nasıl bir edâ takınacağıma hükûm veremedim, âdetâ vecde geldim. Buna mukâbil az bir müddet sonra kendime gelir gibi oldum, yüzünde beni fevkalâde rahatlatan bir tebessüm vardı.. Üstümü başımı toparladım, kendinden emin bir sesle 'akşam-ı şerifleriniz hayrolsun' dedim.."

Yıl: 1975
"Karşıma birdenbire çıkınca çok şaşırdım.. Ne yapacağıma karar veremedim, heyecandan ayaklarım titredi. Ama çok geçmeden kendime gelir gibi oldum,yüzünde beni rahatlatan bir gülümseme vardı.. Üstüme çeki düzen verdim, kendinden emin bir sesle 'iyi akşamlar' dedim.."

Yıl: 1985
"Karşıma âniden çıkınca fevkalâde şaşırdım.. Nitekim ne yapacağıma hükûm veremedim, heyecandan ayaklarım titredi. Amma ve lâkin kısa bir süre sonra kendime gelir gibi oldum, nitekim yüzünde beni ferahlatan bir tebessüm vardı.. Üstüme çeki düzen verdim, kendinden emin bir sesle 'hayırlı akşamlar' dedim.."

Yıl: 1995
"Karşıma birdenbire çıkınca çok şaşırdım.. Fenâ hâlde kal geldi yâni..Ama bu iş bizi bozar dedim. Baktım o da bana bakıyor, bu iş tamamdır dedim..Manitayı tavlamak için doğruldum, artistik bir sesle 'selâm' dedim.."

Yıl: 2006
"Âbi onu karşımda öyle görünce çüş falan oldum yâni.. Oğlum bu iş bizi kasar dedim, fenâ göçeriz dedim, enjoy durumları yâni.. Ama concon muyum ki ben,baktım ki o da bana kesik.. Sarıl oğlum dedim, bu manita senin.. 'Hav ar yu yavrum?'"

Yıl: 2026
"Ven ay vaz si hör, ben çok yâni öyle işte birden.. Off, ay dont nov âbi  yaa.. Ama o da bana öyle baktı, if so âşık len bu manita.. 'Hay beybi..'"

Toplum, din, edebiyat, tarih, bilim, eğitim gibi kültürün her yöresi en iç öğelerine dek, dilin damgasını taşır. Yönü, amacı, kapsamı, başarısı ne olursa olsun, insanın yürüdüğü görünür görünmez tüm yollar dilden geçer. Çepeçevre insan varoluşunun ana koludur dil.

Türkçemizin yozlaşmasına seyirci kalmayalım. Dilimizin önemini bilelim. Tedbirimizi alalım. DİLİMİZE SAHİP ÇIKALIM… OKUMAYI SEVDİRELİM. OKUYANA SAHİP ÇIKALIM.


12 Mayıs 2013 Pazar

BU PAZAR… ANNELER GÜNÜDÜR……











11 MAYIS 2013.DEMOKRAT GAZTESİ..

BU PAZAR… ANNELER GÜNÜDÜR……  

“ANNECİĞİM, BİR GÜNÜMDE DEĞİL HER GÜNÜMDESİN. ANNEM OLMAN DÜNYADAKİ EN BÜYÜK ŞANSIM,İYİKİ VARSIN.SENİ ÇOK SEVİYORUM..”

ANNELER GÜNÜ yarın kutlanacak. Bundan bahsetmek istedim. Yazımı yazmak için bilgisayarımı açtım. Günlük rutin olduğu üzere Facebook ta neler yazılmış kimler hangi paylaşımları yapmış onlara baktım. Bir yazı beni çok etkiledi. Birkaç kez okudum.

Gazetemizin emektarı, çalışanı sevgili kardeşim UMUT SÖZEN’İN duvarına yazdığı yazıdan etkilendim. Duygusal ve etkileyici notunu yazıma almak istiyorum. Bununla başlamak en doğrusu olacak.
UMUT KARDEŞİMİN YAZISI
“Anneler Günü'nde herkes annesine hediye alacak, sarılacak ve onun elini öpecek. Ben yine bu Anneler Gününde annemin yanına gidip, buz kesmiş taşı okşayıp, kurumuş ve avuçta dağılan toprakları sevip, toprakların yeşermesi için su dökeceğim. Mezarlığın etrafını temizleyip, çiçekler ekip annemle uzun uzun konuşup, dertleşeceğim. Ama o beni sadece duyacak. Ne benimle konuşacak ne sarılacak, ne elini öptürecek, ne de hediye mi alabilecek.
8 yıldır annesiz bu günü kutlamak hayli zor. Çeken bilir.”
Muhterem Annen vefalı çalışkan güven veren senin gibi bir evlat yetiştirmiş. Merhum annen mezarında rahat uyusun Sevgili UMUT Başın sağ olsun.Anneciğinin mekanı cennet olsun..

Kuran-ı Kerim İSRÂ suresi 23. Ayette mealen;
“ Rabbin şöyle buyurdu: Allah’tan başkasına ibadet etmeyin. Anneye ve babaya güzel muamele edin. Şayet onlardan her ikisi veya birisi yaşlanmış olarak senin yanında bulunursa sakın onlara hizmetten yüksünme, “öff!” bile deme, onları azarlama, onlara tatlı ve gönül alıcı sözler söyle.”
Yüce kitabımızda ANNE hakkı üzerinde çok duruluyor. Çocukların anne-babaya karşı sorumluluğu dinler üstü bir ilişkiye dayanır. Anne-babanın Allah’a karşı sorumlulukları ise, din çerçevesinde, kulluk ilişkisine dayanır.
“Cennet annelerin ayakları altındadır.” mealindeki hadisin ifadesinde, evlatların annelerine karşı göstermeleri gereken saygıya işaret edilmektedir. Bu anlamda, Allah’ın emirlerine aykırı olmadığı sürece, bütün annelere itaat etmek, saygı göstermek, cennetin önemli bir anahtarıdır ve bu anlamda cennet bütün annelerin ayakları altındadır.

Mayıs ayının ikinci pazar günü Anneler Günü'dür. Anneler Günü evrensel bir gündür. Dünyada milyonlarca ana bugün çocukları tarafından sevgi ve saygı ile anılır.
Anneler için yapılan kutlamalar, asırlar öncesi Sümerler'e kadar gidiyor. Philadelphialı Anna Jarvis, annesinin ölüm tarihi olan mayıs ayının ikinci pazarının "Anneler Günü" kutlanması için 1907'de başlattığı kampanya, bugünün annelere adanmasını sağladı.

Amerika'nın Filedelfiya eyaletinde Anna Jarvis isimli bir kızın annesi öldü. Annesini çok seven Jarvis'in üzüntüsü aylarca sürdü. Hayatta kimsesi kalmayan Jarvis ölüm olayına bir türlü alışamadı. Yaşama küstü. Canlılığını, yaşama sevincini yitirdi. Yemedi, içmedi bir ara ölmeyi bile düşündü. Jarvis'in bu durumunu yakından izleyen komşusu Jarvis'le arkadaş oldu. Bir gün yaşlı komşu söyleşi sırasında Jarvis'e “İnsanlar doğar, yaşar, ölür. Bu bir doğa kanunudur.” dedi. Bu iki cümle, Jarvis'i çok etkiledi. Ölümün de doğmak, yaşamak gibi bir doğa olayı olduğunu düşündü. Ancak bu doğruyu bulmak Jarvis'in annesine olan sevgisini azaltmadı. Aradan geçen süre içinde ölüm sözcüğünün soğukluğu gitti. Yerine anne sevgisinin sıcaklığı geldi. Artık Jarvis annesini gözyaşları ile değil severek, anmaya başladı. Acıları azaldı. İçinde arı, duru bir sevgi oluştu.
Aradan bir yıl geçti. Bu süre içinde Jarvis, hemen her gün annesinin mezarına çiçekler götürdü. Jarvis'in annesinin ölüm yıldönümünde bütün arkadaşları eve geldi. O gün Jarvis arkadaşlarına:
Geçen bir yıl içinde çektiğim acılar bana şunu öğretti
“Dünyada anne sevgisinin yerini dolduracak hiçbir sevgi yoktur. Yılın bir gününü annelere ayıralım. O günü annelerimizle ilgili anılarla dolduralım. Böylece annelerimize olan sevgi borcumuzu ödeyelim.” dedi.
Arkadaşları Jarvis'in önerisini çok beğendiler. Birlikte hemen kentin Belediye Başkanına gittiler. Başkan onları dinledi. Öneriyi içtenlikle benimsedi. Daha sonra bu öneri gazetelere, yazarlara anlatıldı. Jarvis ve arkadaşlarının çalışmaları kısa sürede sonuç verdi. 1908 yılında Amerika Birleşik Devletleri Kongresi, mayıs ayının ikinci pazar gününün Anneler Günü olarak kutlanmasını kararlaştırdı.
Anneler Günü, 1911'de hemen her ülkede kutlanmaya başlandı. ABD Başkanı Wilson, 1914 yılında resmi bir açıklamayla mayıs ayının ikinci pazarını "Anneler Günü" duyurdu. Türkiye’de ise Anneler Günü, ilk kez 9 Mayıs 1955'te kutlandı.

Anaların çocuklarına sevgileri karşılıksızdır. Gerçek sevgi ve merhameti görmek isteyenler annelerimize bakmalıdırlar. Onlar her şeyin en güzeline layıktırlar. Bugün anneleriniz yanınızda yarın yanınızda olmayacak.Annelerinizi mutlu edin!...Onlara nasıl evlat olduğunuzu gösterin,Onları sevindirin...

HERKESİN ANNELER GÜNÜ KUTLU OLSUN. ANNESİ HAYATTA OLMAYANLARA DA ALLAH SABIRLAR VERSİN...

9 Mayıs 2013 Perşembe

OKUL BİZİM, ÇOCUKLAR BİZİM.

http://www.balikesirdemokrat.com.tr/yazar-6-1050-ibrahim_demirci.html#.UYvSL3SF6oI.facebook



OKUL BİZİM, ÇOCUKLAR BİZİM.


Balıkesir Milli Eğitim müdürlüğü, okul müdürleri ve rehber öğretmenlerimizle toplantılar düzenleyerek uygulama beraberliği sağlamak için çaba sarf ediyor. Velilerimize ve öğrencilerimize destek olabilmek için görüşmeler yapıyorlar.

Geçenlerde Balıkesir Lisesi konferans salonunda okul müdürleri ile bir toplantı yapıldı. Akademik başarıyı sağlamaya yönelik tedbirlerin ele alındığı toplantıda İl Millî Eğitim Müdürümüz Sayın Sabri CANER, yaklaşan LYS ve SBS’nin öğrenciler üzerindeki etkilerini göz önünde bulundurarak, onların moral ve motivasyonunu arttırıcı çalışmaların yapılmasını, hayallerine adım adım yaklaşan öğrencilere her yönden destek olunmasını istedi.
4+4+4 eğitim sisteminin gereği olarak okul dönüşümleri çalışmalarında sona gelindiğini vurgulayan Müdürümüz Sayın Sabri CANER, okulların nasıl şekillendirildiğine dair en kısa sürede bilgi verileceğini, bu çerçevede veliler ve öğretmenlerden gelecek soruların ve itirazların dikkate alınarak onların doğru bilgilendirilmesinde okul müdürlerine önemli görevler düştüğünü belitti.
Okullardaki devam ve devamsızlık durumunun da gündeme geldiği toplantıda, devamsızlıkların en aza indirilmesi hususunda okul müdürlerinden gerekli tedbirleri almalarını isteyen İl Millî Eğitim Müdürümüz Sayın Sabri CANER, huzurlu bir ortam hem öğrencilerimizi okula bağlar hem de akademik başarıyı artırır, dedi. Müdürümüzün tespitleri ve çabalarına katılıyorum. Ancak; anne ve babalarında okulu desteklemeleri gerektiğini düşünüyorum.

Öğrencilerimizin başarısı ve geleceğe hazırlanmaları için eğitim kurumları ellerinden gelen çabayı sarf etmektedir. Anne ve babaların mutlaka bu çalışmaları destekleyen tutum ve davranış içinde olmaları gerekmektedir.

Bazı anne babalar da çocuklarının yaptıkları her işte daima en iyi, en güzeli yapmalarını bekliyorlar. Yani kusursuz olmalarını istiyorlar. Fakat çocuk, anne-babanın beklentilerini karşılama gücüne sahip olmadığında, gösterdiği çabaya karşın anne-babanın onayını kazanamayan çocuk, giderek kendi gözünde de değersizleşiyor. Anne-babanın bu şekilde davranmasının özünde çocuğun ayrı bir varlık olarak kabul edilmemesi ve bunun yarattığı suçluluk duyguları bulunur. Anne –babanın isteklerinin aşırılığı karşısında çocuk giderek “nasıl olsa yapamıyorum öyle ise niye deneyeyim” duyguları geliştirmeye başlıyor. Çocuğun benlik kavramı, kendisi için önemli olan kişilerin ona gösterdikleri tutumların bir yansıması olduğundan, anne- babadan gelen itici tutumlar çocuğun kendini yetersiz bulmasına neden oluyor.

Öğrencinin sürekli aynı tempoda çalışması oldukça zordur. Öğrencinin zaman zaman ders çalışma motivasyonunun düşmesi velilerin ders çalışma sistemine müdahale etmelerine neden olmaktadır. Bu müdahaleler öğrenci tarafından sert tepkilere veya hiç çalışmamak gibi pasif tepkilere neden olmaktadır. Ayrıca sınava kısa bir süre kala velilerin de kaygısı artmakta bazen bu kaygıyı yüz ifadelerine bile yansıtmaktadırlar. Bazı öğrenciler “annemle konuştuk artık kaygılanmama neden olacak ifadeleri hiç kullanmıyor. Ama fark eden bir şey yok, onun yüzüne baktığında kaygıyı rahatlıkla görebiliyorum” demektedirler.

Dershanede yapılan deneme sınavlarının sonuçlarının analiz edilip ayrıntılı yorumlanması önemli bir konudur. Ancak bu, Rehberlik Biriminin alanına giren bir konudur. Her deneme sınavının ortalaması, her deneme sınavında her bir dersin net ortalaması farklıdır. Öğrencinin sonuçlarını doğrudan puan ve net olarak bir öncekiyle karşılaştırmak yanlış yorumlara gitmektir. Ailenin bu konuda Rehberlik Birimiyle iletişim kurması daha doğru olacaktır.
Her aile çocuğu için rahat ve mutlu bir gelecek hayal etmektedir. Ancak çocuğunuz ileride seçeceği eşi gibi, mesleğini de özgür iradesiyle seçmelidir. İleride çocuğunuz meslek yaşamında yaşadığı en küçük bir sorunun sonunda size “bu mesleği sizin yönlendirmenizle seçtim, sizin yüzünüzden mutsuzum ve bunun ne yazık ki, geri dönüşü de yok” gibi bir ifade kullandığında kendinizi hiçbir zaman affedemeyebilirsiniz ve çok üzülebilirsiniz.         

Her okulda ve ailede üzerinde en çok durulan konulardan biri notlar ve ders başarısıdır. Notlar, eğitimdeki başarı ya da başarısızlığın evrensel değişmez göstergeleri gibi algılansa da, bir öğrencinin ne öğrendiğini ya da öğrenemediğini tam olarak ölçmek hiç de kolay değildir.. 

Öğretmen ve velilerce sıklıkla göz ardı edilen nokta, notun bir ölçme-değerlendirme aracı olarak değil, başlı başına bir hedef olarak algılanması ve öğrenciye böyle yansıtılmasıdır. İşte, bakış açımızın değişmesi gereken noktası burasıdır. Bakış açımızın merkezine not kavramını koyarsak asıl olan “öğrenme” ikinci planda, notun gölgesinde kalır. 

Öyleyse çocuğumuza vermemiz gereken ana mesaj şu olmalıdır. ÖĞRENME GERÇEKLEŞİRSE NOT ZATEN GELECEKTİR. AMA NOT KAYGISI ÖNE ÇIKARSA ÖĞRENME ENGELLENEBİLİR. Çocuğun kendini yeterli ve başarılı hissetmesinin ön koşulu, anne babaları tarafından başarılarının ve çabalarının vurgulanması ve desteklenmesidir.
Araştırmalar göstermektedir ki, çalışmaları ailesi tarafından desteklenmeyen ve başarısızlıklarından dolayı eleştirilen çocuklar, kendini değersiz bir kişi olarak görüp, kendini küçümser. Bu da onun var olan yeteneklerini gizlemesine neden olabilir.

Okul bizim. Çocuklar bizim. Öğretmenlerimiz çocuklarımız için çalışıyor. Eğer çocuklarımızın yaşam labirentleri içinde kaybolmalarını istemiyorsak, onları tek başlarına bırakmamalı, onlara örnek/model olmalı, onlarla iletişim kurmalıyız.

El ele verelim. Okulu destekleyelim. Önerilerini dinleyelim. Gelişmeleri paylaşalım. İşte o zaman çocuklarında okul başarısının yüksek olduğu görülecektir.

3 Mayıs 2013 Cuma

KÖPEK SEVGİSİ..









KÖPEK SEVGİSİ..

1964 yapımı Avare filminde Sadri Alışık ve köpeğinin sahnesini dün tekrar gördüm. Kaldırımda yürüyen sarhoş, yerde yatan köpeği tekmeler ve ona hakaret eder. 

Köpeğine kaba davranışı affetmeyen Sadri Alışık, adamı döver ve köpeğinden zorla özür diletir. 
Sarhoş berduş zoraki özür diledikten sonra, Sadri Alışık sarhoş adama derki;

-”Bu dersi üniversite mektebinde bile öğrenemezdin. Sokak köpeklerine selam vermek, adam olmaya çeyrek var demektir.”

Bu sahne hayvan hakları evrensel beyannamesinin özeti gibidir. 50 sene önce çekilen filmin sahnesi köpek sevgisini harika yansıtmış. 

Havaların ısınmasıyla akşam saatlerinde gezen, dolaşan insanlar çoğaldı.  Çok sayıda insan vaktini Atatürk parkında geçiriyor. Bizde bu güzel, yemyeşil ortamda eşimle yürüyoruz. Son zamanlarda dikkatimizi çeken bir şey oldu. Köpek gezdiren Genç kızlarımız, delikanlılarımızın sayısı arttı. Genç çocuklarımız hayvanları seviyor.  

Köpeklerini gezdirirken, açıkça bunu görebiliyoruz. Onları böyle görmek beni umutlandırıyor. Fedakâr sevgi dolu çocuklarımız masum köpeklere sahip çıkıp onları koruyup kolluyorlar.  

Parkın doğu yakasında Belediyemiz köpekler için gezinti ve oyun parkı düzenlemiş. Önemli bir ihtiyacın giderildiğini gördüm. Ne zaman gitsek parkın içi dolu, içinde köpeklerini oynatan gençlerimizi görüyoruz. Parkın önünde dakikalarca gençlerimizin hayvan sevgisini takdir ve hayranlıkla izliyoruz.

Öğrencilerimden köpeği olanlarla karşılaşıyorum. Konuşuyoruz. Köpek baktıkları için çok mutlu olduklarını görüyorum.

Geçenlerde bir öğrencim köpek baktığı için kendisini eleştirenler olduğunu söyledi. Dedi ki;

-Bu köpeği sahiplendiğimden beri, ne evime melek girmediği, kaldı, ne pis olduğum, ne de saçmaladığım. Onlara göre Bir köpeğe bu kadar anlam yüklenmezmiş! 

Sevgi ihtiyacımı tamamen karşıladığı kimsenin umurunda değil. O benden çok şey 
öğreniyor, doğru; ama ben ondan daha da çok şey öğreniyorum. 

Üzgün olduğumda, beni ilk o anlıyor. Beni çok seven insanlar değil de o anlıyor. İyi olmam için yapabileceği her şeyi yapıyor. Bundan daha güzel bir terapi olabilir mi?

Öğrencimin köpek sevgisi beni çok etkiledi.

Boş ver evladım dedim.Sen doğru olanı yapıyorsun..“Yaratılmışı severiz Yaratan’dan ötürü” Hayvan sevgisi olmayanın, başka sevgileri de taşıması mümkün değil diye düşünüyorum.Dedim. 

İnsan ruhunun bir parçası hayvan sevgisini tadana kadar, uyanmaz. Dilsiz hayvanın bakışında sadece akıllı olanın anlayabileceği bir konuşma saklıdır. Dedim…

Köpeğin sadakati,sahibine olan bağlılığını ifade eden  Tokyo Üniversitesi’nde görev yapan Japon profesör Hidesabura Ueno nun köpeği beni çok etkiledi..

1924 yılında Tokyo Üniversitesi’nde görev yapan Japon Profesör Hidesabura Ueno, kendine tren istasyonunda bulduğu küçük bir köpek yavrusu edindi. Profesör Ueno köpeğine, Japoncada “sekiz tane” anlamına gelen Hachiko adını koydu.

Safkan akita cinsi beyaz bir erkek olan Hachiko, her sabah üniversiteye gitmek için evden metroya yürüyen sahibine eşlik etti. Metronun dış kapısına kadar getirdiği sahibini uğurladıktan sonra da eve döndü. Çok geçmeden bir akşam üniversite dönüşünde metronun çıkışında Hachiko’yu kendisini beklerken gördü. Profesör çok şaşırdı. Bu akıllı köpek sahibinin eve dönüş saatlerini hesaplayarak, aynı yolu kullanacağını düşünerek metronun önüne gitmişti.

Ondan sonraki bir yıl boyunca her sabah sahibini metroya kadar götürdü. Her akşam iş çıkışında da metronun önünde karşıladı. Saatini hiç şaşırmadı. Ama bir akşam profesör metrodan çıkmadı. Hachiko gözleri metronun kapısında, gece boyunca bekledi. Bir sonraki akşam profesör yine yoktu. Üçüncü akşam metrodan yine çıkmadı. Çünkü profesör üniversitede kalp krizi geçirip ölmüştü. Hachiko her akşam sahibim metrodan çıkar diye inatla bekledi. Haftalar, aylar, yıllar boyunca her akşam Tokyo metrosunun Shibuya İstasyonunun kapısına gitti. Tam 10 yıl boyunca. Hachiko 12 yaşındayken metronun kapısında öldü.

Bugün tokyo’ya gidenlerin Shibuya İstasyonunun kapısında karşılaştığı köpek heykeli Hachiko’dur.

Japonlar, sadakat ve insan hayvan ilişkisinin sembolü olarak ölümünden hemen sonra 10 yıl boyunca sahibini beklediği yere Hachiko’nun heykelini diktiler.

Hayvan sevgisi önemlidir. 

Özellikle çocukların hayvan sevgisi ile büyümesi o çocuğun tüm yaşamına yön verebilir. 

Unutmayalım hayvanlar bize emir vermezler. Her zaman bizimle ilgilenmeye hazırdırlar. 

Sizin ruh halinize göre hareket eder ve karşılık beklemezler. Sevgimize her zaman sevgi ile karşılık veren ve menfaat gütmeyen hayvanlar aslına bakarsak bizler için birer nimettir. Hayvan sevgisini teşvik edelim. 

Çocuklarımızı bu sevgi ile tanıştıralım.