30 Ekim 2013 Çarşamba

“KÜMESTEKİ TAVUKLAR VE TİLKİ”

“KÜMESTEKİ TAVUKLAR VE TİLKİ”

Türkiye Cumhuriyetinin 90. kuruluş yıl dönümü dolayısıyla yurtta ve KKTC ile yurt dışındaki temsilciliklerde törenler düzenlendi.  Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Cumhuriyet Bayramı kutlamaları kapsamında Anıtkabir'deki törene katıldı, Çankaya Köşk'ünde kutlamaları kabul etti. Bu coşkulu kutlamaları gururla takip ettik..Yerel kutlamalarda biz de bizzat içinde olduk yaşadık..

Ancak ben 5 bin yıllık iftihar ettiğimiz devlet geleneğimizin son eseri  TÜRKİYE CUMHURİYETİNİN başarılarını çekemeyenlerin olduğuna inanıyorum.

Dünyanın gözü bizim üzerimizde olduğu için mi başımız beladan kurtulmuyor? Göze mi geliyoruz? Kem gözlere mi rastlıyoruz? Dış mihraklara mı takılıyoruz?

BİZİ ÇEKEMEYENLER, BİZİ BÖLMEK VE PARÇALAMAK İSTEYENLER VAR. Her defasında bir sorun peydah ediliyor.

Yıllardır,sağ,sol-alevi,Sünni-Türk,Kürt-Atatürkçü,Laik,….daha nice ayrılıklar uydurdular ve çok sıkıntılar çektik.Hala çekiyoruz…

Batı dünyası oldum olası bizim kalkınmamızı istemedi.”dış güçler” dediğimiz kim deseniz herkesin bildiği dost görünümlü devletler bizim kalkınmamızı hiç istemediler…


Ülkemizi yönetenlerden dünyanın gözünün üzerimizde olduğunu, “örnek ülke” olduğumuzu, ekonomik göstergeler ve uluslararası itibar açısından zirveye çıktığımızı duymak son derece sevindirici! Gurur duyuyoruz.

Lakin akıllı olunmalıdır. Türkiye'nin büyümesinden, güçlenmesinden, içeride ve dışarıda barışı, huzuru, kardeşliği savunmasından rahatsız olanların varlığını hiç unutmamalıyız.

Cumhuriyet nesli olarak birlik içinde kalkınma yarışında üzerimize düşeni yapmak mecburiyetindeyiz..
“BİZİ ÇEKEMEYENLER RAHATSIZ OLUYOR” diye geri adım atılmayacağını, ülkemizi türbülansa sokmak isteyenlere izin verilmeyeceğini bütün dünyaya haykırmalıyız..Kalkınma verileri ile  yüzlerine gerçekleri tokat gibi indirmeliyiz..

ABD’de bir askeri okulda ders olarak anlatılan Horoz ve Tilki Hikâyesini sizinle paylaşarak asıl söylemek istediğimi belirtmek isterim…

“Dershanede hocayı beklerken ışıklar kapanmış ve bir çizgi film gösterilmeye başlanmış. Filmin adı ” Küçük Tavuk “. Bir kümes var. Kümeste birçok tavuk ile genç ve küçük horozlar, bir de kümesin yaşlı ve büyük horozu bulunuyor.

Kümesin etrafında da bir tilki dolaşıyor. Yaşlı ve büyük horoz, tilki içeri girmesin diye kümesin kapısını sıkı sıkıya kapatmış, tavukları dışarı bırakmıyor.

Tabii dışarı çıkamadıkları için doğru dürüst yemlenemeyen tavuklar da zayıf ve küçük tavuklar. Yaşlı ve büyük horoz ise dışarı bırakmadığı tavuklara ölmeyecek kadar mısır tanesi dağıtarak yaşamalarını sağlıyor.

Kümese giremeyen tilki bunun üzerine kümesin tellerinde küçük bir delik açarak küçük ve genç bir horoza sesleniyor ve ona biraz mısır veriyor. Mısırı yiyen küçük ve genç horoz her gün gelip tilkiden mısır alıyor.

Bir süre sonra tilki küçük ve genç horoza tek başına yiyebileceğinden fazla mısır verince genç horoz hem kendisi yiyor hem de diğer tavuklara mısır dağıtıyor. Böylece yavaş yavaş yaşlı ve büyük horozun kümesteki gücü kırılıyor.

Horozun etrafındaki tavuklar azalmaya başlıyorlar. Artık popüler olan genç ve artık irileşen horozun etrafında ise tavuklar toplanıyor.

Bu aşamada tilki kümesin kapısının önüne mısır bırakıyor. Kümeste bir tartışma çıkıyor. Kapıyı açalım mı açmayalım mı diye. Sonunda korkarak kapıyı açıyorlar ve kafalarını dışarı uzatıp yemlenip hemen geri çekiyorlar. Bir süre böyle devam ediyor.

Hiçbir şey olmuyor. Kümesteki tavuklar rahatlıyor. Korkuları azalıyor. Nihayet bir gece tilki kümesin önündeki avluya mısır döküyor. Artık korkusuz olan tavuklar genç ve artık güçlü horozun öncülüğünde dışarı çıkıyor ve rahat rahat yemleniyorlar.

Kümesteki her tavuk semiriyor. Tilki bir süre sonra gece kümesin kapısından kendi mağarasına kadar mısır tanelerini döküyor. Sabah kümesten çıkan ve korkusuzca yemlenen tavuklar yemlene yemlene mağaraya kadar gidiyorlar. Sonra mağaraya giriyorlar.

Onları içeride bekleyen tilki bütün kümes mağaraya girince mağaranın kapısını kapatıyor.”

Çizgi film burada bitmiş. Işıklar yanmış. Ve dersin hocası kürsüye çıkarak,

“İŞTE ÜÇÜNCÜ DÜNYA ÜLKELERİ BÖYLE YÖNETİLİR” DİYEREK DERSE BAŞLAMIŞ.

Sorular:
1-Kümes NERESİ?,
2-Yaşlı horozlar KİMLER?
3-Genç horoz KİM?
4-En önemlisi tilki KİM?

Buna göre içinde bulunduğumuz durumu sorgular isek binlerce yorum ortaya çıkar. UNUTMAYALIM ULUSLARIN DOSTLARI YOK SADECE ÇIKARLARI VAR

Bizim; ilk düşmanımız Çinlilerdi. Anadolu’yu fethedince düşmanlarımız; Bizanslılar (Yunanlılar) ve Haçlılar olmuştur. Şimdi ise komşularımızın tamamı düşman oldu.

Türkler olarak "Bir Olalım, Diri Olalım, İri Olalım'. O zaman kimse bize bir şey yapamaz, kimseden de korkumuz, çekincemiz olmaz.
KISACA"TÜRK'ÜN GERÇEK TÜRK'DEN BAŞKA DOSTU YOKTUR!"


29 Ekim 2013 Salı

CUMHURİYET

CUMHURİYET


Ben Cumhuriyet Bayramlarında hep duygulanırım. İçimde heyecan oluşur.

Meslek hayatım boyunca sorumlu olduğum kurumlarda BAYRAM KUTLAMALARINA çok büyük önem verdim.
Daha önce askeriye tarafından 2 cemse de bulunan askerlerin yaptığı fener alayını sivil coşkuya çevirmek için fener alayını arkadaşlarımla üstlenerek Balıkesir’de çok büyük katılımlı FENER ALAYI düzenlemiştik. O gece yaşadığımız coşku tarif edilemez.

400 kişilik bando takımı kurmuştuk.. öğrencilerimiz ve halkımızın katılımı ile cumhuriyet fener alayı için toplamda on binden fazla kişi ile Muharrem Hasbi Koray Lisesi önünden bahçeli evlere kadar FENER ALAYI ile yürümüştük.Muhtelif yerlerde atılan hava fişekler çok büyük coşku oluşturmuştu..Jeneratör ile kurduğumuz ses düzeni önde bir kamyonda marşlar çalıyordu.Bugün anılarımı hatırladım.Arkadaşlarımın heyecanları ve yüreklerini koydukları çalışmalar cumhuriyete verdikleri önemden kaynaklanıyordu.Saygı ve muhabbetle yad ediyorum….
Cumhuriyet 90 yaşına geldi…32 875 gündür YÖNETİM ŞEKLİMİZ cumhuriyettir. Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir. Millet seçtiği temsilcileri ile bu hakkını TBBM de kullanır.
Bu rejim bugün insanı onurlandıran değer veren yegâne yönetim biçimidir.
Bu kadar yıl olduğuna göre CUMHURİYET idaresinin sorunu kalmamış olması gerekirdi. Anayasanın yapılamaması hala insani konularda Mecliste tartışmaların olması, manidar geliyor.
BU İDARE ŞEKLİNİ MİLLETİMİZ HAZIR BULDU. Belki bu sebepledir ki. Tekâmülünde işleyişinde kendisine düşen çok önemli sorumlulukları yerine getirmekte ağır davranıyor.

Bu yıl, 90. yıldönümü kutladığımız Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna giden yolun başlangıcında milletimizin “kayıtsız şartsız, bağımsız yeni bir Türk Devleti” kurmak üzere “ya istiklâl ya ölüm” ilkesi ile başlattığı Milli Mücadele ve Kurtuluş Savaşımız yer almaktadır.

Cumhuriyet, egemenliğin kaynağının millete ait olduğunu kabul eden devlet şekli demektir; dolayısıyla devletin temel organlarının seçimle iş başına geldiği bir yönetim biçimidir.

Bu rejimde Devlet Başkanı olan Cumhurbaşkanı da milletçe veya milletin temsilcisi Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından seçilir. Cumhuriyet yönetimi bu niteliği ile şüphesiz ki demokrasinin en gelişmiş şekli, demokrasi prensibinin en iyi uygulanmasını temin eden bir siyasi rejimdir.

Osmanlı İmparatorluğu'nda, ikinci Meşrutiyetin ilanından altı yıl sonra Birinci Dünya Savaşı başladı. 1914′te başlayan Birinci Dünya Savaşı'na dünyanın belli başlı devletleri katıldı. Dört yıl süren savaş sonunda bizimle birlikte olan devletler yenildi. Savaş kurallarına göre biz de yenilmiş sayıldık. Ülkemiz İngilizler, Yunanlılar, Fransızlar, İtalyanlar tarafından paylaşıldı.

Mustafa Kemal Paşa, 19 Mayıs 1919′da Samsun'a geldi. Erzurum'da, Sivas’ta kongreler düzenledi. Mustafa Kemal Paşa “Tek bir egemenlik var, o da Milli egemenliktir. Ülkeyi yine ulusun kendi gücü kurtaracaktır.” diyordu. Yurdun dört bir tarafından gelen ulus temsilcileri -milletvekilleri- 23 Nisan 1920 günü Ankara'da Büyük Millet Meclisi'nde toplandı. Meclis, Mustafa Kemal Paşa'yı başkan seçti. Mustafa Kemal Paşa'nın önderliğinde Büyük Millet Meclisi Ulusal Kurtuluş Savaşı'nı başlattı. Bir yandan efeler, dadaşlar, seymenler bulundukları yörede düşmana karşı koydular. Öte yandan düzenli ordular İnönü'de, Sakarya'da, Dumlupınar'da savaştılar. Yurdumuz düşmanlardan kurtarıldı.

İkinci dönem Büyük Millet Meclisi 11 Ağustos 1923′te ilk toplantısını yaptı. 13 Ekim 1923′te Ankara Başkent oldu. Atatürk; düşmanın ülkeden atılıp sınırlarımızın belirlenmesinden sonra, çoktan beri tasarladığı cumhuriyetin ilanı üzerinde hazırlıklar yapmaya başladı. 28 Ekim 1923 akşamı yakın arkadaşlarını Çankaya'da yemeğe çağırdı. Onlara , “YARIN CUMHURİYET'İ İLAN EDECEĞİZ.” Dedi.

29 Ekim 1923 günü Atatürk, milletvekilleri ile görüştükten sonra taslağı hazırlanan cumhuriyet önergesi Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne verildi. Meclis önergeyi kabul etti.

Böylece ülkemizde cumhuriyet yönetimi kuruldu. Atatürk kurulan Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk Cumhurbaşkanı oldu. Cumhuriyet'in ilanı yurtta sevinç ve coşku ile karşılandı.

Cumhuriyet, demokrasiyi geliştiren en mükemmel sistemdir. Bireyin hak ve Özgürlükleri ancak ve ancak bu sistem sayesinde güvencede olabilir.

Türk Ulusu Cumhuriyet’e bağlanır ve de onu yüceltip geliştirmeye muvaffak olabilirse işte o zaman demokrasinin nimetlerinden en iyi bir şekilde yararlanır ve çağdaş toplumlar içindeki o hak ettiği yerini alır. Bu nedenle Cumhuriyeti yüceltip sürdürmek her Türk’ün milli görevi olmalıdır.

Atatürk’ün cumhuriyet kavramıyla ilgili çarpıcı bir anısına burada yer vermek isterim..

Atatürk, Mudanya yolu ile Bursa’ya gidiyordu. Kalabalık bir halk kitlesi iskelede etrafını çevirmişti. Bir kadının elinde bir kâğıtla Atatürk’e yaklaştığı görüldü. İhtiyar, zayıf bir kadındı. Ata’nın yolunu keserek titrek bir sesle:
—Beni tanıdın mı oğul? Dedi. Ben sizin Selanik’te komşunuzdum. Bir oğlum var. Devlet demir yollarına girmek istiyor. Siz onu alsınlar dediniz. Fakat müdür dinlemedi. Oğlumu yine işe almamış. Ne olur bir kerede siz söyleseniz.
Atatürk’ün çelik bakışlı gözleri samimiyetle parladı. Elleriyle geniş jestler yaparak ve yüksek sesle:
—Oğlunu almadılar mı? Dedi. Ben tavsiye ettiğim halde mi almadılar? Ne kadar iyi olmuş… İşte cumhuriyet böyle anlaşılacak…
Kadın kalabalığın içinde kaybolmuştu. Ve Atatürk adeta kendinden geçmiş bir sesle:
—İşte cumhuriyetten beklediğimiz netice… Diyordu.

Cumhuriyetimizi hediye eden Mustafa Kemal Atatürk’ü ve silah arkadaşlarını ne kadar büyük bir minnettarlık ve saygıyla ansak da azdır ..

Bayramımız kutlu olsun…. Ruhları şad olsun…


12 Ekim 2013 Cumartesi



BAYRAM FIRSAT OLSUN
İslam âleminin KURBAN BAYRAMI na günler kaldı. Yarın gurbetçiler yollara düşecekler. Büyüklerini ziyaret edecekler. Kurban merasimi  ayrı bir seramoni.Bayram namazından sonra kurban telaşı akşama kadar sürecek.Selamlaşmalar bayramlaşmalar bir çok evde et doğrama telaşına denk gelecek.
BAYRAM GÜZEL TELAŞ,ÇOK GÜZEL ZAMAN..Bunu değerlendirmek  lazım.!

Hayat kısa …işte geldik işte gidiyoruz..coşku dolu  günler geçirmek istiyoruz.Mutlu olmak istiyoruz.Çok şey mi …Hayır.! İşte bayram geliyor..Gelin bayram fırsat olsun..

Bugün her zamankinden daha fazla hoşgörüye ihtiyacımız olduğu aşikârdır. Olumsuz birçok davranışın sebebi, yeterince hoşgörülü olamamaktır. Evde, trafikte, sokakta, okulda, işyerinde, kısaca insanın olduğu her yerde eğer hoşgörü yoksa orada bencillik, anlaşmazlık, güvensizlik, tartışma, kavga olumsuzluk adına her şeyi görebilmek mümkündür. Hoşgörü, sağlıklı insan davranışıdır.
Hoşgörü sağlıklı insan hayatının, özüdür. Beşeri münasebetlerin temelidir.

İletişim kazası mı, yoksa trafik kazası mı? Hangisinde daha çok hasar oluyor. Hiç bu açıdan baktınız mı?” Söz ola kese savaşı, Söz ola kestire başı, Söz ola ağılı aşı, Bal ile yağ ide bir söz.” Yunus’un deyimiyle savaşlara sebep olan da savaşları durduran da dildir. İletişim kazası yüzünden kırılan kalplerin sayısı kim bilir kaç milyardır. Tedbirsizlik ve dikkatsizlik sonucu trafik kazalarında bir o kadar insan hayatını kaybetmiş veya sakat kalmıştır. Ben diyorum ki iletişim araçlarının en üstün teknoloji ile insanlara sağladığı imkâna rağmen, birçok kimse anlaşmakta güçlük çekmektedir.

İşte bayram geliyor. İslam âleminin Kurban Bayramı geliyor. Dokuz gün tatil diye birbirimizden kaçmak yerine, İlahi bir sebeptir diye birbirimizi arayıp sormayı fırsat bilelim.
İletişimde amaç, bir düşünceyi paylaşmak, duygu ve heyecanlarımızı anlatmak, istek ve niyetlerimizi karşı tarafa iletmektir. Ne yazık ki kendimizi ifade etmekte güçlük çektiğimiz için iletişim problemlerini sıklıkla yaşayan bir toplumuz.

BİZ KİMİZ? NEYİZ? NİYE VARIZ? AMACIMIZ NEDİR? Bu soruların ve benzerlerinin cevapları kendimizi ifade etme sürecini başlatır. Gözlemlerim sonucu diyebilirim ki, ilişkilerde kendimizi anlatırken büyük güçlükler yaşıyoruz. Diğerlerince kabul edilmeme korkusu, dışlanma endişesi, sevilmeme kaygısı, bizleri "kendimiz gibi davranmama" alışkanlığına götürüyor. Sonuçta da konuşan ama anlaşamayan insan yığınları ortaya çıkıyor.

Sağlıklı iletişim için kendimizi açık ve anlaşılabilir bir dil ile ifade etmeliyiz. Unutmayalım ki anlatabildiklerimiz karşımızdakinin anladıkları ile sınırlıdır. Ne söylediğimizin önemi yok nasıl anlaşılıyorsak öyle yargılanıyoruz.

İletişimsizlik sorunlarından dolayı herkes anlaşılmamaktan şikâyetçidir. Fakat kendimizi bu konuda hiç sorgulamayız, kendimizi anlatamamaktaki temel nedeni düşünmeyiz. Modern hayatın getirdiği stresli ortam, sağlıklı savunma mekanizmaları kuramamak sonucu, sorunu hep kendimiz dışında bir nedene yükleme alışkanlıkları kazandırmıştır. Oysaki iletişim temelde anlam yaratmayı ve paylaşmayı amaçlamalıdır. Bunun için kendi bireysel dairemizden çıkıp başkalarını da anlamaya çalışmalıyız. Başkalarının bizi anlamadığını söylemek, iletişimsizlikte kendi suçumuzu görmezden gelmek demektir. “ Beni anlamıyorlar” diye söylenmekten vazgeçip, bu cümleyi “Ben kendimi anlatamıyorum” a dönüştürmek daha doğru davranış olacaktır. 

Kendimize güven duymalı, inanmalı ve önemli hissetmeliyiz, olumsuz düşüncelerden uzaklaşmalı, çevremizi, iletişim içinde olduğumuz kişiyi kişileri izlemeli ve dinlemeliyiz.

Kendi gücümüze, yeteneklerimize sorumluluklarımıza sahip çıkarak kendimizle kuracağımız barışık bir iletişim, başkaları ile iletişimimizi de iyileştirecektir.

Türkiye Kültürüne dair bir yabancının gözlemleri ile birlikte ele almak daha açıklayıcı olabilir. 30 yaşında İstanbul’a gelmiş, sihirbazlık kursu veren İngiliz olan Lee Alex, Hızır TÜZEL ile Radikal gazetesinde bir röportaj yaptı. Bu röportaj sırasında
“Diğer ülkelerdeki izleyenlerle, Türk izleyenlerin tepkileri arasında farklar görebildiniz mi? Sorusuna şöyle cevap veriyor:
Sihirbazlığı Türkiye’de insanların yeniden keşfetmeleri gereken bir şey olarak görüyorum. Bilmedikleri ya da unuttukları bir şey, sihirbazlık hiçbir zaman kitlelerin ilgilendiği bir sanat olmamış Türkiye’de. Yadırgadıklarını hissediyorum. Nasıl tepki vereceklerini bilmiyorlar… Şovun zevkini çıkartacakları yerde, numaraları çözmek istiyorlar. Belki bu tepki onların özel yaşamlarında her zaman gösterdikleri tepkiler, bundan emin değilim. Türklerin gördükleri şeyden zevk almak yerine, orada bir sorun aramak gibi alışkanlıkları var.

Toplum olarak yaşadığımız iletişimsizlikten kaynaklanan birçok sorun yaşamaktayız.
Fakat asıl önemli olan bu sorunları iletişimsizlikten kaynaklandığının farkında değiliz. Sorunu çözmede bir mazerete dayandırma veya sığınma alışkanlığımız devam etmektedir. Toplum içindeki bireylerin birbirleri ile sağlıklı ilişkiler kurması, o toplumu meydana getiren bireylerin iyi ilişki kurma konusundaki ilkeleri, iletişimi engelleyen ve kolaylaştıran unsurları bilmelerine ve yaşamlarında uygun zaman ve yerde kullanmalarına bağlıdır.
Böylece, bireyler arasında oluşabilecek gerginlik ve çatışmalar oldukça azalır ve zaman kayıplarında da aynı doğrultuda azalma olur. 

Sonuç olarak, iletişim bir paylaşma eylemidir. İletişim kurmada kişisel özelliklerimiz, kültürel yapımız, değer ve tutumlarımız etkilidir. Birbirimizi anlama çabasında empatik tutum ve davranışı, demokratik ilişkileri kurmak zorunluluk olmalıdır. Bu eylemlerimizi gerçekleştirmediğimiz zaman bir birimizi anlamayacağız ve değer vermemiş olacağız.

Toplum olarak bunları sorgulamalıyız. Birçok sorunumuz iletişimsizlikten kaynaklanmaktadır. İletişim kurabilirsek sorunumuz kalmayacaktır.
Hepimiz insanız, sevinçlerimiz üzüntülerimiz coşkularımız bir. Tenimizin rengi ne olursa olsun aynı şeye ağlıyor, aynı şeylere seviniyoruz. Tek eksiğimiz birbirimizi anlayamıyoruz…

Nefis …! Ey zorlu nefis..!   sen nelere kadirsin..!


Hep bir arada, sevgi dolu ve huzurlu nice bayramlar geçirmek dileğiyle, KURBAN BAYRAMINIZ KUTLU OLSUN.

“KIZARTILMIŞ ETİN MASALI”




“KIZARTILMIŞ ETİN MASALI” (1)

1996 yılında meslekte tekâmül kursları çerçevesinde AKSARAY hizmet içi eğitim merkezinde 15 gün kaldım. Yurdumuzun dört bir tarafından 80 lise müdürü arkadaşımız TOPLAM KALİTE YÖNETİMİ kursu için gelmişlerdi.

Kursun ilk gününden son gününe kadar Gazi üniversitesinden genel müdürlükte öğretim elemanları TKY hakkında geniş bilgiler aktardılar.  Ancak katılımcıların pek çoğu statükocu kafa yapısında idi. Değişime hele hele TKY mantığına tamamen beyinlerini kapatmışlar sık sık eleştirel sorularla ders anlatan hocaları bunaltıyorlardı.Okul müdürleri sık sık söz alıp konuşuyorlar;

”Olmaz böyle şey.!”
” Burası Türkiye.! “
“Ne demek kalite çemberi..1”
“Ne demek kalite kurulu..!”
“ Olur, mu öyle şey..! Bizim bakanlığımızda uygulanamaz. Fabrika için olabilir. Ancak okulda zinhar uygulanamaz..!”
“ Klasik yönetim, 5 bin yıllık mirasımız..!”
”Bırakın TKY de neyin nesi..! “

Diyerek, anlatan hocaları eleştiriyorlardı. Seminer bu gürültülü ortamda geçiyordu.

TKY nin Milli Eğitim Bakanlığında yaygınlaşması ve kabul ettirilerek uygulamaya geçirilmesinin yegâne mimarı Kadir ÇELİK beydi. Yıllarca üşenmeden yorulmadan her seviyede personele seminer düzenleyerek MEB de bu bilincin oluşumuna vesile olmuştur. Muhterem Kadir Bey Bizim kursumuzda da görevliydi. Kursun bakanlık temsilciliğini yapıyordu. Kendisi de seminer derslerine girdi. TKY uygulamaları ile ilgili çok başarılı görsel sunumlar yaptı. Ancak arkadaşlarımız klasik kafada statükocu yapıda olduğundan Kadir beye de değişim ile alakalı direnç gösteriyorlardı.  Derslerde aynı davranışlar ona da yapılıyordu.

Seminer son gününe geldi. Veda sohbetleri, fıkralar adres alma verme işleri ile geçen derslerin birinde; Kadir ÇELİK sınıfta son dersi yaptı. TKY nin kaba özetini yaparak, heyete bunları anlatmakta çok zorlandıkların söyledi. Elindeki 4 sayfalık metinleri katılımcılara dağıttı. Lütfen ben okurken satır satır takip ederek izlemenizi sizden son defa istiyorum dedi. Kendisini bu vesile ile SAYGI VE MUHABBETLE yad ediyorum.Okudu ve hiç konuşmadan sınıftan çıktı.

O gün verdiği 4 sayfalık metin hala önemli dosyalarımın arasında durur..

Bu metinde anlatılan ”kızartılmış etin masalı” Başlığı altında  hayali bir masaldı.Son derece dikkat içinde okunanı takip ederek Kadir beyi dinledik..Son cümleyi okuduğunda sınıfta çıktı.  O an ve sınıfa bakışı, sınıfın süt dökmüş kedi  gibi bakıp kalması hiç unutmadığım hatıralarımdadır.

Bugün size o malum masalı aktaracağım.Yerim yetmeyeceği için bu köşede iki kerede yazacağım..
Okurken yeniliğe ve değişime karşı direnenleri ve malum statükocu kafaları düşünerek bu basit masalı okuyun.
Umarım sizi de etkiler.

KIZARTILMIŞ ETİN ÜRETİMİNE İLİŞKİN ESKİ BİR MASAL
Geçmiş çağlarda içinde geyiklerin yaşadığı bir orman vardı. Bir gün ormanda büyük bir yangın çıktı ve yangından kurtulamayan domuzlar yanarak öldüler. O güne dek pişmiş et yemesini bilmeyen insanlar, yanan domuzların etini merak edip tattılar ve pişmiş etten pek hoşlandılar. Bundan sonra pişmiş et yemek istediklerinde ormanı ateşe vermeye başladılar. Böylece kızartılmış etin üretimi için bir düzen kurdular.

Burada anlatılmak istenen, bundan sonra bu düzeni nasıl geliştirmek ve korumak istenildiğidir.

Sonraları işlerin beklenildiği gibi gitmediği görüldü. Ormanın yakılması sırasında domuzlar kimi kez kömürleşiyordu kimi kez de çiğ kalıyordu. Bu düzende kızartılmış et üretmek büyük uzmanlık istiyordu. Emek ve para savurganlığı çok yüksek düzeydeydi. Düzen giderek yayılıyor, yayıldıkça da sorunlar artıyordu. Herkesin görüş birliğine vardığı nokta, düzenin A’sın dan Z’ sine varıncaya dek bozuk olduğu ve sorunların ortadan kaldırılmasıydı.
Fakat asıl korku, düzenin yıkılmasından doğuyordu. Çünkü milyonlarca insan kızartılmış et yiyordu, binlerce insan da bu işten geçimini sağlıyordu. Düzen yıkıldığında pek çok insan zan altında kalacaktı. Durum açıkça ortada idi. Düzen yıkılmamalıydı. Sorunları çözülmeliydi.

Bu amaçla her yıl sayısız toplantılar, konferanslar, şuralar ve seminerler yapılmaktaydı. Sorunların çözümü için büyük çabalar gösteriliyor ve çok para dökülüyordu. Bu konuda yapılan ve yapılacak araştırmalar için ayrılan bütçe küçümsenemeyecek kadar büyüktü. Fakat yapılan toplantılar ve araştırmalar sorunlara çözüm getiremiyordu. Çalışmalar gelecek yıllara aktarılıyor, her yıl daha çok toplantı ve araştırma yapılıyordu.
Bu uğraşlar yıllarca sürüp gidiyordu. Bu uğraşlar o kadar büyümüş ve olağanlaşmıştı ki, bu yüzden pek çok birimler kurulmuş ve yüzlerce uzman geçimini sağlar olmuştu.

Uzmanların çok sayfalı raporlarına göre sorunlar ve nedenleri açıkça dile getiriliyordu.

Kimi kez domuzlar suçlanıyor, ormanın ateşe verilmesi sırasında istenilen yerde durmayıp kaçıştıkları bildiriliyordu.
Kimi kez, suç kişilere ya da makamlara yükleniyordu. Örneğin, Hava Genel Müdürlüğünün, hava koşullarını iyi kestiremediği açıklanıyordu.

Gerçekten düzenin sorunlarını ve bunların kaynağını bulmak çok güçtü.
Çünkü düzen çok karmaşıktı. Düzenin çalışması için çok değişik alanlarda uzmanlar yetiştirilmiş, pek çok sayıda yapılar, işletmeler, eğitim ve yönetim kurumları kurulmuştu.


Yetiştirilen uzmanların, uzmanlık alanları sayısını bilebilmek pek güçtü. Örneğin, ormanı ateşe vermek için ateşçiler vardı. Bunlar değişik bölgelerde, değişik mevsimlerde, değişik hava koşullarında ve günün değişik saatlerinde ateşçilik yapmak için uzmanlaşmışlardı.
Son günlerde yapılan tartışmalardan biri, yazın sabah saatlerinde, güney bölgesinde yağmurlu havada ateşçilik yapanların, kışın aynı bölgede sabah saatlerinde yağmurlu havada ateşçilik yapabilmeleri için nasıl bir eğitimden geçmeleri gerektiği idi. Diğer alanlarda çalışanlara bakarak statüsü en yüksek olanlar ise yol uzmanları idi. Bunlardan bazıları, yüksek uzmanlık diplomasına sahipti.

Kurulan yapıların ve işletmelerin sayısı pek bilinemiyordu. Örnek ormanı ateşlemeden önce geyiklerin barınması ve beslenmeleri için yüzlerce yapı ve işletme kurulmuştu. Ateşleme sırasında geyiklerin ormana salıverilmesi için yeni bir yöntem geliştirilmişti. Yapıların bu yönteme elverişliliği büyük tartışma konularından biri olmuştu.

Eğitim, üzerinde durulan konulardan en önemlisi idi. Uzmanların yetiştirilmesi için yurt içi eğitime önem verildiği kadar yurt dışı eğitime de önem verilmekte idi. Örneğin, iyi yanacak ağaç türlerini yetiştirmek, ateşleme türlerini geliştirmek. İşletmeleri daha verimli kılmak için Avrupa ve ABD’ye yüksek burslarla seçilmiş kişiler öğrenime gönderiliyordu. Yurt içinde ise, orta ve yüksek dereceli okullar, üniversiteler kurulmuştu. Son günlerde, yüksek bilim adamları, bazı uzmanlık alanlarını bölerek ve yeni uzmanlık alanları yaratarak üniversitede bölümler ve kürsüler kurmakla uğraşmaktaydı.
Bu reform yapıldığında, yeni profesörlük kadroları isteneceği ve yeni kadrolara daha çok uzmanlar alınabileceği ve yeni konularda Avrupa ve Amerika’ya incelemeler için bilim adamlarının gönderilebileceği söyleniyordu.

Kızartılmış domuz eti düzenini yönetmek için kurulan örgüt ise çok daha karmaşık ve büyüktü. Bunların sayısını bilmek ve görevlerini saymak ustalık istemekteydi. Örneğin, kızartılmış domuz eti işleriyle uğraşan bakanlıklardan biriside İşletme ve Araştırma Bakanlığı idi.
Bu bakanlığın otuza yakın genel müdürlüğü, birim müdürlüğü ve kuralları vardı. Bunlardan bazıları; Az, orta ve çok pişmiş etlerle uğraşan üç genel sekreteri ile Kızartma ve Kızartılmış Etler Genel Müdürlüğü, Ateşleme İşleri Teknik Genel Müdürlüğü, Yanabilecek Ormanları Saptama Müdürlüğü, Hizmet İçi Eğitim Danışma Kurulu, domuz Yetiştirme Mesleki Eğitim Milli Kurulu, Beslenme Uzmanları Eğitimi Yüksek Endüstrisi ve benzerleriydi.

Sorunlara çözüm aramak için toplantıları düzenleyen ve araştırmaları yaptıran Bakanlık İşletme ve Araştırma Bakanlığıydı. Bu yüzden Bakanlığın işleri o kadar artmıştı ki odalar dolusu yığılan evrakların altından kalkacak personel bulmada güçlük çekiliyordu. Eldeki personel yetmediği için de işler pek ağır gidiyordu. Son günlerde binlerce kadro istenmişti.

Kurulan yönetim birimlerinin içinde en etkili çalışan Planlama Genel Müdürlüğü idi. Bu birim yeni ormanların yetiştirilmesi, eskilerin geliştirilmesi için planlar yapıyor, bunları başarı ile uyguluyor ve bu konuda gerekli insan gücü açıklarını saptıyordu. Planların uygulanmasında en son teknikleri kullanıyordu. Örneğin, değişik hızda ve yönde esen yele ve değişik nemdeki toprağa göre ağaçların nasıl dikileceğine ilişkin Amerika’da uygulanan yöntem ve teknikleri yurda getirmişti.

Diğer sorunlara bakarak siyasal partilerin üzerinde önemle durduğu ve işlediği sorunlar kızartılmış domuz eti düzenine ilişkindi. Özellikle, muhalefet soruları alabildiğince abartarak kendini iktidara hazırlıyordu.

Sorunlara çözümler de öneriliyordu. Örneğin, yapılan toplantılarda kimisi ateşin ormanın köşesinden verilmesini, kimisi güney yelinin orta yeğinlikte estiğinde ormanın ateşlenmesini, kimisi ormanda ateş yüz dereceye yükseldiğinde domuzların salıverilmesini, kimisi ise ormanı oluşturan ağaçların tek tür olması gerektiğini savunuyordu. Söylemesi gereksiz, toplantılarda herkes kendi görüşünün yurt gerçeklerine daha uygun olduğunu söyleyerek toplantıdan ayrılıyordu. Araştırmalar daha bilimsel öneriler getiriyordu.

Örneğin, bir araştırmacının başka bir araştırması da domuzların ateşe koşullandırılması, ateşi görürü görmez kendilerini ateşe atmak için koşmalarının öğretilmesi salık veriliyordu. Yine söylemesi gereksiz önce emek ve para karşılığında yapılan araştırmalar okunmadan arşivlere düzgün sıra ve numaralarla saklanıyordu.

Bir gün, yaz aylarında güney bölgesinde, yağmurlu sabahlarda ateşçilik yapma diplomasına sahip Bay Ateş Sağduyu adında biri, kızartılmış domuz eti düzeninin sorunlarını bir çırpıda ortadan kaldırılabileceğini söyleyiverdi.
Yerine, dört basamaklı yeni bir düzen getirmeliydi. A. Sağduyu’nun söylediğine göre bu düzen kaldırılmalıydı.
Dediğine göre;
1.domuzlar kesilecekti.
2.Temizlenecekti.
3.Bir ızgaraya yerleştirilecekti.
4.Alevsiz ateşin üstünde istenilene dek pişirilecekti.

Bu söylenti ilk Orman Yetiştirme Müdürlüğünce duyuldu, çok yufka yürekli olan Müdür söylentiyi duyduğunda az daha küçük dilini yutacaktı.

-“Olamaz insanlar geyikleri öldürebilecek kadar cani ruhlu olamazlar” diye bağırdı.

Kızartma Genel Müdürü ise, böyle çirkin bir işi yapmaya örgütündeki personelden hiçbirinin yanaşmayacağını bir bildiri ile kamuoyuna duyurdu.
Dünden devam….
…Olaya Ateşleme Genel Müdürlüğünce de el konuldu. İyi yürekli babacan Genel Müdür olayı kaynağından öğrenmek için Bay A.Sağduyu’yu makamına çağırttı ve onunla yumuşak bir dille konuştu. Aralarında şöyle bir konuşma geçti:

-Bay Sağduyu, önerilerini duydum söylediklerin doğru gibi görünmektedir. Ama kuram olarak doğrudur. Böyle öneriler uygulamada olanaksızdır. Örneğin, bu önerini uygularsak bizim yüksek maaşla görevlendirdiğimiz yer uzmanlarını ne yapacağız?

-Bilemem ki efendim.

-Uzman ateşçilerimiz, örneğin sen ne olacaksın?

-Vallahi bilmiyorum efendim

-Ya, tohum ve kütük uzmanlarının, ya yedi katlı domuz ağılı yapıcılarını ki bunlara şimdi en çağdaş araçlar verildi.?

-Bilemiyorum efendim.

-Bu alanda yıllarca dış ülkelerde inceleme yapmış uzmanları, bilim adamlarını ne yapacağız? Onların işine bir çırpıda son mu vereceğiz?

-Vallahi şaşırdım kaldım efendim.

-Dur daha çok şaşıracaksın. Bize sürekli olarak, düzenli geliştirme ve reform çalışmaları yapan uzmanları ne yapacağız? Eğer senin düzenin bütün sorunları çözüyor ise bunları ben nereye yollayacağım?

-Şey efendim.

-Şeyi meyi yok. Görmüyor musun ki bize gerekli olan düzeni kaldırmak değil? Sorun görüldüğü kadar yalın olsaydı, görev başındaki bu uzmanlarca çoktan çözülüverirdi. Söyle bana, senin bu önerini hangi bilimsel bulgular ve bilim adamı destekler? Bu senin dediklerin hangi bilim adamının kitabında yazmaktadır? Sanıyor musun ki, alevsiz bir ateş yığınının bu işi yapabileceğini yer uzmanları kabul edebilecek? Peki, bu yanmaya hazır edilen ormanlar ne olacak? Bu ormanların içinde yanmaya en elverişli, meyvesiz, yapraksız ağaçlar yetiştirildi. Yabancı uzmanlar bile hayran bu ağaçlara, söyle bu ağaçlar ne olacak? Ulusal varlığı savurmak olmaz mı bu?

…………………………………..

-Söyle, Ateşleme Genel Müdürü olarak bu koca örgütümü ne yapacağım? Kızartma Programlarını yapmakla görevli Milli Komite, domuzları Sınıflama ve Seçme Birimi, domuz Ağıllarını Yapım ve Eğitim Birimi, Maliyet Analiz Endüstrisi ve bütün diğerleri ne olacak?

-Ne bileyim efendim.

-Söyle bana, domuzları ateşle öldürme S.Ünlübayoğlu’nu tanıyorsun değil mi? Bu kişi, çok üstün bilim adamı değil mi?

-Evet, öyle görünüyor efendim.

-Peki, öyle ise, bu değerli, onurlu ve üstün bir bilim adamının burada çalışması, en yakın anlamı ile bu düzenin iyi olduğunu kanıtlamaz mı? Eğer senin dediklerin kabul edilirse ben bu bilim adamını ne yaparım? Daha açıkça söyleyeyim, bu işten geçimini sağlayan, dostlarım ve akrabalarımı ben ne yapayım? Bütün bunlar geçimlerini nasıl sağlayacaklar? Üç beş kuruş ile çocuklarını adam etmeye çalışıyorlar, bunlara yazık olmaz mı? Fakir fukaranın ekmeği ile oynamaya hakkımız var mı evladım?

-Yok efendim.

-Hah, şimdi yola geldin. Durumun ne kadar ciddi olduğunu görüyorsun. Eğer eldeki sorunlara çözüm getirseydin seni kucaklardım. Örneğin, yelin yönünü ve hızını kestirmek için yöntemler getirseydin, batı bölgesi ateşçi gereksinmesini karşılayacak öneriler getirseydin, domuz ağıllarını 10 kata nasıl çıkartacağımızı söyleseydin, Amerika’ya gönderdiğimiz kişilerin masraflarını nasıl azaltacağımızı gösterseydin, daha bunun gibi yüzlerce sorunlarımız var. Bunlara çözümler getirseydin seni kutlardım.

-Vallahi efendim bunlar için bir diyeceğim yok.

-Öyleyse bak dinle. Değer yargıların eksik. Bizim sorunumuz düzeni değiştirmek değildir. Biz düzenin sorunlarını çözmeye uğraşıyoruz. Bunun içinde gece gündüz çabalayıp duruyoruz. Vatanımız uğruna bunca yaptıklarımızı görüyorsun. Dışarıdan biri ben her şeyi düzeltebilirim diyebilir. Ama içeriye girdiğinde ne kadar çok güçlüklerin olduğunu görünce şaşırıp kalır. Bu işler laf ile yürümez. Bu işleri yürütmek için bu vatanı sevmek gerekir, imanlı olmak gerekir, devletin her kuruşunu harcarken uzun uzun düşünmek gerekir.

-Doğrusun efendim.

-Aferin, seni çok sevdim. Bu söylediklerin ikimizin arasında kalsın. Başkasına söyleme. Ben de hakkında soruşturma açmayacağım, söz. Ben insaflıyımdır, başka amirler böyle yapmaz. Hadi yoluna.

Zavallı A. Sağduyu tek kelime söylemeden hoşça kal bile diyemeden ayrıldı, gitti. O gün bugündür, Bay Sağduyu düzeni geliştirmek, iyileştirmek için yapılan çalışmalara hiç katılmadı.

3 GÜNDÜR ANLATMAK İSTEDİĞİM ŞUDUR..”değişmek zor.Değişim kolay değil..”
Yeniliklere karşı çıkmadan kabullenmek  bizim yaratılışımıza aykırı sanki..!
 “BEN BİLİRİM” “BEN NE DERSEM O “ diyenler oldukça değişim kolay olmayacak…….”SÖYLESEM TESİRİ YOK SUSSAM GÖNÜL RAZI DEĞİL”DİYEREK SUSMAK DOĞRUMU BİLMEM Kİ..!

GALİBA FİKRİ OLAN KONUŞMALI YILMADAN SABIRLA..!.