28 Şubat 2013 Perşembe

“Sorma azizim” ..! “Ne olacak bu memleketin hali”


DEMOKRAT..3. SAYFA BUGÜNKÜ MAKALE


“Sorma azizim” ..! “Ne olacak bu memleketin hali”

Vakti zamanında alman mühendisler bir baraj inşaatı için Türkiye’ye gelmişler. Akşam 
olunca Türk işçilerle aynı lokalde yemeklerini yer içkilerini içerlermiş. Zamanla bizimkiler 
gibi rakıya alışmışlar. Bizimkiler iki tek atıp efkârlanırlarken onlar yine keyifle yer içer 
sohbetlerine devam ederlermiş. Gel zaman git zaman bizimkiler bakmış ki Almanlar da iki 
duble içtikten sonra karalar bağlayıp bizim gibi düşüncelere dalıyorlar. Merak edip sormuşlar;
“Hayırdır, Hans ne düşünüyorsunuz böyle?”
“Sorma azizim” demiş Hans, “Ne olacak bu memleketin hali, onu düşünüyoruz.”

Köyde, kasabada, şehirde, kırda, bahçede, fabrikada, büroda velhasıl her yerde, her düzeyde ülkemin güzel insanı, memleket idaresi, meclis çalışmaları, siyasetçilerin lafları - gafları, belediye hizmetleri konusunda hassas takipte, gözü kulağı memleketin ahvali üzerine yoğunlaşmış olarak yaşıyor. 
Ancak kendi işi ile ilgili fikir üretmekte o kadar verimli değil.
Herkes kendi işini yapmak, kendi işine kafa yormak yerine, başkasının işine karışıyor. Herkes başkasının işine karıştığı, o başkasının kendi işini neden iyi yapmadığını tartıştığı için de kendi işine yeterince yoğunlaşamıyor. Böylece herkes başkasının eleştirmeni durumunda kalarak, birinci görevinin kendi işini iyi yapmak olduğunu unutuyor.

Çevrenize bakınız. Gözlemci olarak inceleyiniz. Şikayet eden, eleştiren insanlar çoğunluktadır. Kahvehanede parkta karşılaştığınız arkadaşınızla ayak üstü konuşmaya başladığınızda, söz dönüp dolaşır “ne olacak bu memleketin hali” ne gelir.

Bir cemiyette herkes, üzerine düşen vazifeyi yaparsa, sistem düzgün çalışır. Vücudun işe yaraması organların sıhhatli çalışmasına bağlıdır. Baş ayrı, vücut ayrı olursa, hiçbir işe yaramaz. Saatin çarklarından biri arızalanırsa, saat çalışmaz, vakti doğru göstermez. Bir saate bakınca, akrep ve yelkovan görülür. Onun içinde küçük çarklar da vardır. Bir çark diğerini, o da bir başkasını çevirir. Böylece akrep ve yelkovan, vakti doğru olarak gösterir. O çarkların biri kırılsa, hatta paslansa, saat yanlış gösterir. Onun için herkes kendi işine sımsıkı sarılmalı, vazifesini aksatmamalıdır.
Yılan kendi eğrisini görmez, deveye boynun eğri dermiş. Kendi işimizde üstün başarımızın olması önceliğimiz olmalıdır. Bütün gün hiçbir konuda sorumluluk almayan, kendisi için memleketi için bir şey üretmeyen kişi, sürekli şikayetçi olabilir mi… Ne yaptın da ne istiyorsun demezler mi adama…
Kamu hizmet anlayışı da aşağı yukarı böyle olduğu için bir türlü işler istenilen seviyede hızlı ve sonuç odaklı olmuyor. Baktığınızda işleyen devasa çark var. Tıkır tıkır işliyor. Yani buzdolabı çalışıyor, ancak soğutmuyor. Trafik cezasını yatırmak için gidin bakalım da görün nasıl “tıkır tıkır” işliyor. İnsan plan yapsa ancak bu kadar zorlaştırabilir…
Herkes işini iyi yapmalı sonra diğer konularda fikri varsa konuşmalı, sorumluluk almalıdır.
Hizmet alanlar, mutsuz, sunulan hizmetten memnum değiller. İş görenler yorgun, bedbin, o işi zorla yapan, canından bezmiş haldeler. Ancak memleketin ahvali için susmadan günlerce konuşabilirler. Bir insanın sevmediği işi yapması ona verilecek en büyük cezadır. Kamu kurumlarında karşılaştığımız durum bu. İşi düşüp gördüğü hizmetten memnun olan, kaç kişi var..İyileşme sürecinde olduğumuz söyleniyor.Bir gün bizde hissederiz inşallah.
 Kamu kurumlarının böylesi dallanıp budaklanmasının altında önemli ölçüde bu bürokrasi hastalığı yatmaktadır. Bu hastalık  aslında insanın beyninde yer alan karakterinde bulunan “TEMBELLİK” ve “BENCİLLİK” dürtülerinin uzantısı olarak yer eder. Tıpkı büroda eğri duran bir tablo o büroda uzun süre duran birinin  dikkatini çekmeyeceği gibi bürokrasinin hastalığı da bürokrasinin içinde yaşayanlarca tam olarak bilinememektedir. 

Bu hastalığın anlaşılması ve doğru bir şekilde teşhis edilebilmesi için konuya eğilenlerin gerçek anlamda sıradan vatandaş elbisesini bilinçli olarak giymesi ve hizmet talebinde bulunması gerekir. 
 Sizce Memleketin trafik sorunu Kırmızı veya siyah plaka araçların içinden görülebilir mi?


27 Şubat 2013 Çarşamba

DEĞİRMEN BOĞAZINDA GÜNE BAŞLAMAK…..!


DEĞİRMEN BOĞAZINDA GÜNE BAŞLAMAK…..!

Salı günü sabah saat 6.30da DEĞİRMEN BOĞAZINDA idman için, toplandık. 
Vekâleten idmanı yaptırma görevi aldım. Merhum Fuat Zeyrekoğlu, Naim Taraçalar, Kamil hoca, Sezgin Dedeoğlu ve Şener Kayan hocalardan idman bilgisi almış olan bir grup, tarafımdan çalıştırılacak. 

Kolay olmayacağı belli idi. Yoklama durumuna baktım .Gazeteci Özcan Özakbaş yok,Berber İbrahim Demirer yok ama 25 kişi var.. Görev verilmiş yapılacak. Yürüyüşü başlatalım diye toplanmalarını istedim. Baktım biri gidiyor. Şekerci Orhan Anladım. Orhan Ağabey mükellef değilmiş. Kuş sesleri ve su seslerini dinlemek istermiş, İstediği tarzda yürümeliymiş. Kendisine göre ayarlı bağımsız ritmi olması nedeniyle,  önceden gidebilir. Dedik.

Kalan arkadaşları idmana hazırlamak için, El ile ıslık çaldım..(Düdük yok) idman başlamıştır. Dedim. Yürümeye başladık. Kalabalığı aynı düzende yürütmek için uğraş verdim.Olmadı  ritim derecesinde farklılık oldu.Bayan katılımcılar için ritim yüksek oldu.Hanım efendilere de mahcup olduk…. 

Dereye kadar isteyen istediği gibi yürüsün dedim. Mesele kısmen çözüldü. Derede buluştuğumuzda ara idmanı yapacağız. Herkes istediği ritimle yürüdü.Dere üstünde, köprüde kros tamamlandı.Ara idman için beton kaydırma köprü üstünde vaziyet aldık.Açma germe kol ayak bel hareketlerini sırasıyla yapıldı.Hemen memen 15 dakika sıkı jimnastik yaptık.Hava çok güzel , güneş yeni doğuyor. Üşütmeyen hafif serinlik var .Bizler güneşin ilk ışıklarını önümüze almışız,derin nefes alarak bol oksijen çekiyoruz.., Çevreden duyulan kuş sesleri ve deredeki suyun sesi enerjimizi arttırıyor.Dönüşte koşu var.Toplanma yerine kadar aralıklarla koşacağız.

Tekrar hazır komutu ile koşuyu başlattım. 200 metre koştuk. Sonra tepede durduk. İniş yolunda adettendir. Yürüyüş kolu saydırılır. Bunu da en iyi Hüseyin Dönderdi yapar. vazifeyi aldı..

Uygun adım  marş diyerek hafif tempolu koşuyu başlattı.Herkesin ayakları uygun hale gelsin diye epey  uğraştı.Sol.. sol…sol.. tamam oldu…Sonra bir..! iki..!üç..!dört..! diye birlikte bağırdık. her sol basıldığında söylenen “sol “sesleri boğazı inletti. Seri olarak  bir ,iki,üç,dört..! dedikten sonra,Dönderdi vakur bir komutan edasıyla bağırdı..! “ Nasılsın asker.!” Komutu müteakip, hep bir ağızdan ”sağol ..!sağol.! “diye bağırdık. Dönderdi’ nin görevi başarı ile tamam oldu…

Sonrasında ,Fer-çelik Feridun Çelik  görevi devir  aldı..Onun görevi de Camcı İlyas Gürpınar gelmediğinde,koşar adım ekibe türkü söyletmek..(Nede olsa ses sanatçısı ve de yüzmede 200 metre serbest sitil  erkek masterler Türkiye dördüncüsü…)  Tekrar uygun adım koşu vaziyeti alındı sol..! sol..!  ayaklarınızı uydurun..sol..! sol..! 
Ferudun yükses sesle türkünün birinci mısrasını söyledi. Arasından ekip hep bir ağızdan tekrarladı. “Gün doğarken her sabah /,Bir kız geçer kapımdan/ Köşeyi dönüp kaybolur /Başı önde yorgunca /Fabrikada tütün sarar /Sanki kendi içer gibi /Sararkende hayal kurar /Bütün insanlar gibi “Fabrika kızı türküsünün bir kıtası böylece söyledi….Bu ritüelde tamamlanınca ..ekibi durdurdum derin nefes alarak.Nabzı düşürdük..

Tekrar koşuya başladık.Ekip güçlü …Bıraksanız şehir merkezine kadar koşacaklar.Bu defada yavaş..! yavaş..!  Demekten ağzım kurudu… Başladığımız yere geldiğimizde, hepimiz çok terlemiştik. Endorfin salgısı artmış. Gülme sesleri ve neşeli haykırışlarımız güneşin ilk ışıkları ile boğazın çam ağaçları arasına karışmıştı. Son olarak gevşeme, laktik asit dağıtma hareketleri yaparak idmanımızı tamamladık.

 İdmana katılanlar kol kola halka olduk. Günün sporcusu Makine mühendisi Mualla Kayaoğlu’nu seçmemiz. Isıdek firma sahibi Hüseyin Kayaoğlu’nun hoşuna gitti. İdman performansımı beğendiğini söyledi.

İdmandan sonra küçük bir değerlendirme yapıldı. Başkanımız Ahmet İşlek konuştu:
- Bu güzel çamlığın ve doğa harikasının, bakım eksiklikleri, temizlik ve çevre düzeni sorunları var.Dedi. Balıkesir halkının çevre düzenlemesi yapılmış ve spor aletleri konmuş bisiklet yolu açılmış güzel bir komplekse ihtiyacı olduğunu söyledi.

Balıkesir Valimizin çok duyarlı olduğunu biliyoruz.

Kendisine ekip olarak gitmek istiyoruz.30 yıldan fazladır.Bu alanda sabah sporu yapan, zaman zaman mıntıka temizliğini yaptığımız kendi evimiz kadar benimsediğimiz, değirmen boğazımızın sorunlarını Vali beye arz etmek istiyoruz.Mükemmel doğa harikası  DEĞİRMEN BOĞAZI KENT ORMANI içinde insanımızın daha kolay spor yapabileceği, daha rantabl kullanımı için neler yapılabilir konuşmak istiyoruz..

Duyduğumuz kadarı ile sayın  Valimiz de bu konuda hazırlık yaptırıyormuş.

Güneşin ilk ışıklarına bakarak “sağlık ve spor için Balıkesir için milletimiz için “ 3 defa sağol..! sağol ..!sağol..! diye haykıran ekibimiz, işlerine gitmek üzere idman yerinden ayrıldı.

********
DEĞİRMEN BOĞAZI SPOR GRUBU HAKKINDA KISA BİLGİ  http://www.degirmenbogazigrubu.com
Balıkesir Değirmen Boğaz Spor Grubu 50 üyeli sosyal bir topluluktur. Ağustos ayı hariç bir yıl boyunca haftanın üç günü Salı - Perşembe sabah 06.30, Cumartesi sabah 07.00 idman yapar. İdman süresi 60 dakika ile sınırlıdır. Cumartesi idmanları 90 dakikadır. Sağlıklı yaşam adına, 5 km yürüyüş ve bunu yanında açma germe jimnastik hareketleri yapılır. Balıkesir Değirmen Boğaz Spor Grubunun her yıl düzenlenen İstanbul Uluslar arası Avrasya Maratonu, Çanakkale Boğaz Yüzme Maratonu ve İsmail Akçay Maratonuna katılması öncelikleridir. Ayrıca yıl içerisinde eşler ve çocuklarla birlikte çeşitli sosyal faaliyetler, gezi ve tatil düzenlemeleri yapılır.


26 Şubat 2013 Salı

SİZ DE, KIZARTMA YAĞINI, LAVABOYA MI DÖKÜYORSUNUZ…


SİZ DE,SİZ DE, KIZARTMA YAĞINI, LAVABOYA MI DÖKÜYORSUNUZ…
Her evden ortalama 10 kilogram atık kızartma yağı lavaboya dökülüyor.Maalesef gerçek budur.Farkında olmadan ciddi çevre kirliliği oluşturuyoruz..

Bir süre kızartma işleminde kullanılan bitkisel yağ, fiziksel ve kimyasal özelliklerini kaybederek atık yağ haline gelir. Çoğunlukla lavaboya akıtırız. Aslında bu hatamızın çevreye verdiği zararı pek çoğumuz bilmiyoruz.

Bitkisel yağların kızartmada birçok kez kullanılmasının doğru değildir. Özelliğini defalarca kullanımdan dolayı yitirmiş yağlar insan sağlığı üzerinde kanserojen etkiye sahiptir. Kızartma sırasında oluşan fiziksel ve kimyasal reaksiyonlar nedeniyle yağda çok sayıda bozunma ürünü oluşur. Sağlık açısından, evsel kullanımda kızartmalık yağın 2 defa, kısa aralıklarla kullanıldıktan sonra değiştirilmesi gerekir

Kanalizasyona dökülen yağlar atık su arıtma tesislerine zarar verir. İşletme maliyetini artırır. Evsel atık su içinde bulunan yağları, biyolojik olarak arıtmak mümkün değildir. Sonu arıtma ile bitmeyen atık suların içindeki bitkisel ve hayvansal atık yağlar; denizlere, göllere ve akarsulara döküldüğü zaman o suyun kirlenmesi ve sudaki oksijenin azalması sonucu; ortamdaki, başta balıklar olmak üzere diğer canlılar üzerinde büyük tahribata yol açar.

Kızartmalık atık yağlar ekotoksik özellik gösterirler. Yapılan araştırmalarda atık su kirliliğinin yüzde 25'ini lavaboya dökülen kullanılmış bitkisel ve hayvansal yağların oluşturduğu belirlenmiştir. Bunun yanı sıra önemli bir içme suyu kaynağı olan yeraltı sularının da kirlenmesine neden olur.

Lavabodan dökülen 1 litre bitkisel atık yağ milyon litre temiz suyun kirlenmesine sebep olmaktadır.
Nüfusun sürekli arttığı, doğal kaynakların hızla tükendiği bir dünyada çevre sorunları giderek önem kazanmaktadır. Çevreye duyarlılık göstermek, bilinçli bireyler ve toplum oluşturabilmek, konunun öneminin çok iyi anlaşılmasıyla başlar.
Türkiye'de yaklaşık 950 bin ton likit, 550 bin ton margarin, 200 bin ton yem, boya ve sabun sanayi ihtiyacı olmak üzere 1.7 milyon ton bitkisel yağ tüketiliyor.. Dünyada 20 milyon ton civarında bitkisel ve hayvansal yağın kızartma amaçlı kullanılıyor. Bunun büyük kısmının endüstriyel işletmelerde kullanılmasına rağmen geri dönüşü sağlanamıyor..
Dünyadaki enerji ihtiyacı hızla artmaktadır. 2050 yılına gelindiğinde enerji ihtiyacının iki kat artacağını öngörülmektedir.

Tüm bu ihtiyaç artışına rağmen fosil enerji kaynakları hızla tükenmektedir. Dünyadaki petrol kaynaklarının yaklaşık 40 yıl, kömür kaynaklarının 200 yıl, doğalgaz kaynaklarının 60 yıl ömrü kaldığı bilinmektedir. Bu durum tüm dünyada alternatif enerji kaynakları üzerine çalışmalara sebep olmaktadır.

Biyodizel bitkisel yağlardan veya bitkisel/hayvansal atık yağlardan üretilen çevreci bir yakıttır. Bir litre bitkisel yağdan bir litre biyodizel üretilmektedir. Biyodizel biyolojik olarak yenilebilir ve biyolojik olarak bozunabilir yapıda bir yakıttır. Toksin, kanser ve alerjik yapıcı değildir. Ozon tabakasına olumsuz etkileri dizel yakıtlara göre çok daha azdır. Araştırmalar, 1 kg fosil mazot kullanmak yerine 1 kg biyodizel tercih edilirse atmosfere yayılan karbondioksit oranında 3 kg azalma olacağını göstermektedir.
Balıkesir Belediyesi ile Lisanslı Firma arasında, Belediye mücavir alan sınırları dâhilinde kızartmalık bitkisel yağların toplanmasına dair bir sözleşme imzalanmıştır. Talebiniz halinde toplanarak geri dönüşümüne aracı olunmaktadır.

Toplumsal sorumluluk anlayışı ile bende önemli bir sorunumuzun altını çizmek istedim. EVİNİZDEKİ KIZARTMA YAĞLARINI..!LAVABOYA MI DÖKMEYELİM .Kızartma yağlarımızı biriktirelim.Daha sonra Belediye yetkililerine teslim edelim. Böylece çevre kirliliğini önlemiş ve ulusal enerji ihtiyacının karşılanmasına destek olmuş oluruz. Dışa bağımlılığı azaltıcı yönde etki eden çevre dostu bir yakıt Biodizel üretimine katkı vermiş oluruz.
  
KIZARTMA YAĞINI, LAVABOYA MI DÖKÜYORSUNUZ…

“Söylesem tesiri yok sussam gönül razı değil”


“Söylesem tesiri yok sussam gönül razı değil”

sorumluluk duygusu taşıyorsanız, “Nemelazım” diyemezsiniz. Bu dünyanın yedi milyarda bir hisse sahibisiniz, Bu aziz vatanın ise 75 milyonda bir sorumluluğunu taşıyorsunuz.

Kanuni Sultan Süleyman, en yüksek duruma getirmiş olduğu devletin akıbetini hayal eder, günün birinde “Osmanoğulları da inişe geçer çökmeye yüz tutar mı?” diye derin derin düşünmeye başlar... Bu gibi soruları çoğu zaman sütkardeşi meşhur âlim Yahya Efendi’ye sorduğundan bunu da sormaya niyet eder. Güzel bir hatla yazdığı mektubu keşfine inandığı Yahya Efendi’ye gönderir...
“Sen ilahî sırlara vâkıfsın. Kerem eyle de bizi aydınlat. Bir devlet hangi halde çöker? Osmanoğulları’nın akıbeti nasıl olur? Bir gün olur da izmihlâle uğrar mı?” şeklinde mektubunu gönderir.

Güzel bir hatla yazılmış mektubu okuyan Yahya Efendi’nin cevabı bir bakıma çok kısa, bir bakıma içinden çıkılmaz bir hâl alır:

“Neme lâzım be Sultanım!

Topkapı Sarayı’nda bu cevabı hayretle okuyan Sultan, bir mana veremez. Yahya Efendi gibi bir zatın böylesine basit bir cevapla işi geçiştireceğini pek düşünmez. Söylenmeye başlar: “Acaba bilmediğimiz bir mana mı vardır bu cevapta?” Nihayet kalkar, Yahya Efendi’nin Beşiktaş’taki dergâhına gelir. Sitem dolu sorusunu tekrar sorar:

“Ağabey ne olur mektubuma cevap ver. Bizi geçiştirme, soruyu ciddiye al!”

“Sultanım sizin sorunuzu ciddiye almamak Kâbil mi? Ben sorunuzun üzerine iyice düşündüm ve kanaatimi de açıkça arz ettim.”
“İyi ama bu cevaptan bir şey anlamadım. Sadece “neme lâzım be Sultanım!” demişsiniz. Sanki “Beni 
böyle işlere karıştırma” der gibi bir anlam çıkarıyorum.”

“Sultanım! Bir devlette zulüm yayılsa, haksızlık şâyi olsa, işitenler de “neme lâzım” deyip uzaklaşsalar, sonra koyunları kurtlar değil de çobanlar yese, bilenler bunu söylemeyip sussa. Fakirlerin, muhtaçların, yoksulların, kimsesizlerin, feryadı göklere çıksa da bunu da taşlardan başkası işitmese, işte o zaman devletin sonu görünür. Böyle durumlardan sonra devletin hazinesi boşalır, halkın itimat ve hürmeti sarsılır. Asayişe itaat hissi gider, halkta hürmet duygusu yok olur. Çöküş ve izmihlâl de böylece mukadder hâle gelir...”

Bunları dinlerken ağlamaya başlayan koca sultan, söyleneni başını sallayarak tasdik eder, sonra da kendisini böyle ikaz eden bir âlime memleketinin sahip olduğu için Allah’a şükreder. Yahya Efendi'ye ise bu tür tembihlerini mutlaka söylemesi gerektiğini anlatır.

Bu ağaçlar, gökyüzü, flora, toprak, su bizden sonrakilere teslim edilmek üzere bize emanet bırakılmıştır. Yaşayan, aklen sorunu olmayan, yani mükellef olan sorumludur. Ben yaşadığım site için daha ne yapabilirim. Ben Yaşadığım mahalle için ne yapabilirim. Ben yaşadığım şehir için ne yapabilirim. Ülkem için ne yapabilirim. Hatta dünya için ne yapabilirim. Demiyorsa, onu hayvandan ayıran özelliği kalmaz.
Nefsi ile hareket eden hep bana diyen, kendini düşünen, “NEME LAZIM “ bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın anlayışındaki insan sayısı her geçen gün artıyor.Yoksa ben mi çok kaygılıyım.Maalesef gözlemlerim böyle..Neden insanımız yalnızlaşmayı tercih ediyor.

Yardımsever, çevreci, cemiyetçi, fedakâr, özelliklerinden niçin vazgeçti. Başına ne geldi böyle oldu merak ediyorum.

Apartmanda kapı girişindeki kırılan cam için bana ne yöneticimiz düşünsün diyor, Yolda evini kaybetmiş ağlayan çocuğun feryadına bana  ne deyip geçip gidiyor, parkta ölmüş hayvan leşini yetkilisi kaldırsın  diye umursamıyor,Alt katında oturan komşunun sevincini üzüntüsünü paylaşmıyor,mahallesinde gece aç yatanlardan habersiz kalıyor,ülkelerinde kim bilir hangi sıkıntı nedeni ile mahallemize misafir gelmiş Afrikalı garibi küçümseyerek, neden geldin ,seni kim getirdi diye duyarsızlaşıyor.Merak ediyorum.Bize ne oldu….
Karşılıksız, menfaatsiz olarak insanlara yardım eden, insanın hem iyi gününde hem kötü gününde yanında olan, insanları seven ve sevilen biri bence iyi insandır. İnsanı insandan ayıran özelliklerden biride fedakârlığıdır. Bana ne demeden sorumluluk alması, üzerine düşeni yapmasıdır.

Şunu unutmamalıyız, yaşamak için dünyaya geldik, doğduğumuz için yaşamıyoruz. BAŞKALARINA FAYDALI OLAMASAK DA ZARAR VERMEDEN YAŞAYABİLİRİZ.
Bugün ne haldeyiz. Hepimizin malumudur. Sebep ne mi dersiniz? “Neme lazım be sultanım”!..

23 Şubat 2013 Cumartesi

SAHİ HAYALİNİZ, PARDON HEDEFİNİZ VAR MI?




Balıkesir’de hepimizin hayali var. Kişisel isteklerimizin dışında yaşadığımız şehrin imkânlarının artması, Eskişehir gibi modern kent olmak hepimizin hayalidir. BÜYÜKŞEHİR olduk. Bekliyoruz. Algımız değişmez ise büyük kasaba oluruz. O kadar…
Derviş kaşıkları hikâyesinde olduğu gibi "Kim ki hayat sofrasında yalnız kendini görür ve doymayı düşünürse o aç kalacaktır. Ve kim kardeşini düşünür de doyurursa o da kardeşi tarafından doyurulacaktır. “Demek istediğim. Ben yaşadığım kent için ne yapabilirim, Kentin büyümesi için ben ne yapabilirim. Bakış açısı ile bizlerin şehir önderlerine destek olmamız gerekir.
Kentin fiziksel gelişmişlik düzeyinin yükseltilmesi suretiyle yaşam kalitesinin artırılması ve kentin ekonomik-sosyal-kültürel aktiviteler için gerekli alt ve üst yapı donanımına sahip olması için kimler nasıl projeler üretiyorlar. Biz ne yapabiliyoruz.
Yerel kültürel değerlerin korunması ve sosyal dayanışmanın güçlendirilmesi temin edemez isek, nasıl sinerji yaratılabilir.
Ekonomik refah seviyesinin ve yerel girişimcilerin rekabet üstünlüğünün artırılmak için çalışılmalıdır. Balıkesir’in kendisine özgü, yerelde üretilen ürün ve kaynakların daha iyi pazarlanmasını sağlayarak yeni fırsatlar yakalanmalıdır. Yerli girişimcilerin teşviki ve dış yatırımcıların kente gelmesinin temini için çabalar üst düzeyde desteklenmelidir.
Sahi hayaliniz, pardon hedefiniz var mı? Çevrenizde eleştirilerden başka, olumlu hedefi olan “BALIKESİR GELECEK HAYALİ” için çalışan heyecan duyan insan sayısı yeterli midir?
 İnsan Odaklı kalkınma politikalarının uygulanabilmesi için, bireysel girişimler desteklenmeli; ama bireylerin girişimcilik kapasitelerinin de geliştirilmesi için sosyal politikaları devreye sokulmalıdır. “Balık vermek değil, balık tutmayı öğretmek” anlayışı üzerine sosyal politikalar bina edilmelidir.
Şehirleri yaşatan sahip oldukları iş imkânları ve rahat yaşam koşullarıdır. Çağımızda her şehir kalkınmak ve ileri gitmek için sanayi ve ticarette gelişmeyi ve daha çok iş imkânın yaratılmasını ve şehrin gelir kaynaklarının artırılmasını hedefler. Şehrin insanlarının daha iyi şartlarda iş bulması ve gelecek nesiller için iş fırsatların artırılması, bir ölçüde şehrin sağlıklı büyümesi ve gelişmesi için arzulanan bir durumdur.
İnsan ömrünün sonuna kadar ulaşmak istedikleriyle, ulaşamayıp fırsatı kaçırdıkları arasında bocalar durur çoğu zaman. Yaşlı insanlarla konuştuğumuzda duyarız genellikle: “keşke öyle yapmasaydım, keşke şunu söylemeseydim” diye. Ama artık iş işten geçmiştir, yapacak bir şey kalmamıştır. İşte sevgili dostlar bir kısmımız için yapacak bir şey kalmamıştır. Bir kısmımız için hala yapacak şeyler vardır, bir kısmımız içinse daha, yapacak çok şey vardır.
Sahi hayaliniz, pardon hedefiniz var mı?
Sonuç olarak hayallerinizi sadece düşünüyor ve ulaşmak için çaba harcamıyorsanız adı üstünde bu bir hayaldir ve hep öyle kalacaktır.
Ancak hayallerinizi gerçekleştirmek için çaba gösteriyorsanız, hayalleriniz hedef olmuştur artık ve hedeflere nasıl ulaşılacağı da bellidir:
Plan, uygulama, kararlılık ve sabır, içinde büyükşehre doğru herkes üzerine düşeni yapacaktır. Yapmalıdır. Kentin büyümesi için ben ne yapabilirim. Bakış açısı ile şehir önderlerine destek olmamız gerekir.





21 Şubat 2013 Perşembe

“ZUM GALİ GALİ GALİ ZUM GALİ GALA”








“ZUM GALİ GALİ GALİ ZUM GALİ GALA”
Başlık ilginç gelmiş olabilir. Benim için ve binlerce İZCİ için çok şey ifade ediyor. Çok sayıda hatıralarımız aklımıza geliyor.
İzciler ;kamplarda,toplu organizasyonlarda beğendikleri şeyler olduğunda hep bir ağızdan” izci alkışı” yaparlar.Nakaratları olan,alkış metinleri çoktur.( mango çeçe, topkapi, orkestra alkışı, izciliği seviyorsan, japon izci dansı, örümcek alkışı yağmur alkışı, aramsam, mısır alkışı ,kızılderili alkışı, kurbağa alkışı, gibi..)
Bunlardan biri de DEVE KERVANI alkışıdır.İzciler 3 gruba ayrılır.1. Grup: Devenin Zilleri olur ve tekrar tekrar  ,Zum Gali gali gali zum gali gala  der ,2. Grup: Cariyeler olur sürekli  ;Lay lara lara lara lay lara la la  der.3. Grup ta develeri temsil eder.;Hak Pık Tıss sesi çıkarırlar. Aynı anda kanon şeklinde kalabalık bir grup bunu söyler. Böylece, sergilenen oyunu beğendiklerini ifade etmiş olurlar.
Bende bir izciyim. İyi ki oldum. Başkurt rütbesi ile küme çalıştırdım. Kamplara öğrenci götürdüm. Yönetim görevlerinin yoğunluğundan sürdüremedim. Keşke her öğrenci izci olarak çocukluk ve gençliğini yaşayabilse, çok isterdim. O zaman çok şey değişirdi.
Herkes izci olsaydı;  Yatağını yapmasını öğrenemeden evlenen, yumurta pişiremeyen, iletişim kuramayan, içe kapanık, takıntılı, bencil, bilgisayar oyunlarına bağımlı, isyankâr, çalma, soygun, yaralama, adam öldürme, vuruculuk, kırıcılık, evden kaçma, içki ve uyuşturucu bağımlısı, tedirgin, kuruntulu, güç beğenen ve her şeye kusur bulan, her şeyi tenkit edip, eleştirilmeye gelemeyen,  çocuklarımız olmazdı.
Bugün bir vesile bu konuyu paylaşacağım. İzcilik için en anlamlı olarak şunlar söylenebilir.
Çeşitli yaş gruplarının özellikleri dikkate alınarak; çocuk ve gençlerin fikri, ruhi, eğitimlerine paralel olarak ve özellikle Atatürk İlkeleri doğrultusunda; araştırıcı, yapıcı, yaratıcı yeteneklere sahip, kalkınma çabamızın gerektirdiği bilgi, beceri, demokratik anlayış ve insancıl davranışları kazanacak biçimde her yönü ile ideal bir insan olarak eğitilmelerini sağlayan çalışmaların tümüdür.
35 yıl önce kursa katıldım. Hayati Köseley, Cengiz Çekdemir hocamın emeği üzerimde çok olmuştur, Orhan beyin izci şarkıları, Türksen ağabeyimin anlatımları,ile temel eğitimimi aldım..Uzun yıllar bende  bu sahada hizmet etme fırsatı buldum.
Balıkesir’de izcilik denince mutlaka merhum Hayati Köseley liderimi size tanıtmak gerekir. Balıkesir’e izciliği sevdiren adamdır. Türkiye'nin 7'nci baş izcisi,4 tahtalı eğitimci liderdi. Aralıksız olarak 46 yıl 10 ay 19 gün öğretmenlik yaptıktan sonra emekli oldu. 1965 yılında izci lideri olan Köseley, izciliğin bütün kademelerinde görev yaptı. 26 yıl boyunca Balıkesir İl İzci Kurulu Başkanlığı görevini yürüttü. 1999 -2001 yılları arasında Türkiye baş izciliği yaptı. 1988 yılında Balıkesir'de yılın öğretmeni seçildi.Balıkesir İl İzci Evi'ni kuruluşunda önemli katkısı olan Hayati Köseley evli, 7 çocuk babası, 13 torun sahibiydi. 
Sevgili Hayati Liderim ve Diğer izci ağabeylerim Feridun İncesu, Türksen Gündoğan, Fettah Aklan, Muharrem Kaya, Rafet Çabuk, Cemil Olguner ve Oktay Tüfekçioğlu liderlerim Hakkın rahmetine kavuştular. Oktay Bey yüreği hep çocuk kalan güzel insan kendisine ödül verilmek üzere çağrıldığı yemekli toplantıda, kalp krizi geçirerek öldü. Hepsine Allahtan rahmet diliyorum. Hepside Balıkesir izciliğine çok hizmet etmişlerdi.
İzcilik dünyada ilk defa 1907 yılında Britanya ordusundan emekli olan korgeneral Robert Baden-Powel tarafından kurulmuştur.  Türkiye’de izciliğin 1910 yıllarında kurulduğunu biliyoruz. 1904 Yılında O zamanlar bize ait olan Beyrut'ta Tevfik Efendi tarafından izciliğin temeli sayılabilecek bir teşkilatın kurulduğuna dair belgelere de sahibiz. İzcilik zaman içinde Gençlik Spor ve Milli Eğitim Bakanlıklarında yürütüldü. 02 Şubat 2006 tarihinde özerk statüye kavuşarak, bağlı kurum vasfından çıktı. Türkiye İzcilik Federasyonu Dünya İzci Hareketi Teşkilatı (WOSM) ve Dünya Kız İzci Teşkilatı (WAGGGS) üyesi Türkiye'de tek teşkilattır.
    Dünyadaki bütün izcilerin tabi olduğu, izciliğe kabul edildiğinde herkesin uyması gereken kuralları içeren Türkiye izcilerinin Türesi 10 maddeden oluşmaktadır: 
1. İzci sözünün eridir, şeref ve haysiyetini her şeyin üzerinde tutar.2. İzci, yurduna, milletine, ailesine ve izci liderlerine sadıktır.3. İzci, başkalarına yardımcı ve yararlı olur.4. İzci, herkesin arkadaşı ve bütün izcilerin kardeşidir.5. İzci, herkese karşı naziktir.6. İzci, bitki ve hayvanları sever ve korur.7. İzci, büyüklerinin sözünü dinler, küçüklerini sever ve korur.8. İzci, cesurdur her türlü şartlar icinde neşeli ve güler yüzlüdür.9. İzci, tutumludur.10. İzci, fikir, söz ve hareketlerinde açık ve dürüsttür.  
 Gerçekten izciliğin amacı, okul eğitiminden farklıdır. İzcilik, yalnızca yaşamın nasıl kazanılacağını değil, nasıl yaşanılacağını da öğretir. İzcilik, aslında eğitsel, okul-dışı, üniformalı bir gençlik etkinliğidir. Çocuk ve gençler arasında bir arkadaşlık yaratma ve belirli bir eğitim metodu ile onlarda karakter gelişmesine olanak sağlama, sosyo-ekonomik, sosyo - kültürel çevrelerine ve sorunlarına tam olarak eğilen ve tüm bunları çözmeye yönelik çalışmalar dizisidir. İzcilik eğitici niteliği olan bir çalışmadır.
İzcilik çalışmaları; gence kendisini tanıtma fırsatı, sorumluluk duygusunu geliştirme, kendine güvenini artırma imkânı da hazırlar. İzcilik, kaynağı, kültürü, dini, ırkı ne olursa olsun; uluslara ve toplumlara barış sağlama amacını güderek, çalışmalarını eşitlik prensibi ve ruhu içinde gerçekleştirir İzcilik, kır ve ormanda yaşama sanatının öğretildiği bir eğitim sistemidir. İzcilik, çocuk ve gence yalnız sağlık ve beceriklilik kazandırmakla kalmaz; aynı zamanda onu disiplinli, cesur, vatansever yapar.
 Kısaca izcilik, çocuk ve genci tam anlamıyla topluma yararlı, insanları seven, onlara yardım eden, doğayı- çevreyi koruyan, vatanına yararlı iyi insan-iyi yurttaş yetiştirme sanatıdır. Çocuk ve gencin karakterini, sağlığını yeteneklerini geliştirme suretiyle okul ve aile eğitiminin yarattığı boşlukları doldurur. Hayata atılmakta olan genci mesleğe hazırlar, karakterini ve kişiliğini geliştirir.
SON SÖZ… İZCİLİK ATEŞİ SÖNMEK ÜZERE, GİTTİKÇE KATILIM AZALIYOR. Liderlerimizin sorunları var. Mutlaka sahip çıkalım. Gelin Yay/ada sergi salonuna gidin.  24 Şubata kadar açık kalacak  “DÜNDEN BUGÜNE BALIKESİR İZCİLERİ “Fotoğraf sergisini izleyin. O zaman yazımız daha iyi anlaşılır.


19 Şubat 2013 Salı

GELENEKSEL EL SANATLARI SERGİSİ





GELENEKSEL EL SANATLARI SERGİSİ




GELENEKSEL EL SANATLARI SERGİSİ

Balıkesir Milli eğitim müdürlüğü, Avrupa Birliği projeleri ile güzel çalışmalara imza atıyor.

Öğretmenlerimiz ve öğrencilerimizin ufkunu genişleten dünya projelerinin devam etmesi gerekir. Gençlerimiz çocuklarımız en iyi eğitime layıktır. Bu çalışmalar çok faydalı sonuçlar getirecektir.

Okullarımız artık Avrupa Birliği ülkelerindeki öğrencilerle birlikte proje yapıyorlar. Karşılıklı ziyaretler ile birlikte projelerde çalışıyorlar. Öğretmenlerimiz, öğrencilerimiz çeşitli vesilelerle Avrupa şehirlerine gidiyorlar. Dün Kapadokya gezisi çok büyük bir mesele olurken, 2 ila 3 haftalık Almanya, Fransa, Belçika, Hollanda gezilerini sık sık duyar olduk.

Eskiden bizim için en uzak şehir Ağrı iken şimdiki  öğrenciler için Tokyo,New York,Dubai olmalıdır.Dünya insanı oluyoruz..Milliyetimizi ve benliğimizi unutmadan  çağlar atlatan bilimsel gelişmelerin içinde olacağız.Muhakeme edebilen,insanını seven,insanları seven,farklı fikirlere saygılı,araştırmacı gençlik yetişiyor.Aktif genç nüfusu ile dikkatleri üstüne toplayan ülkemiz, eğitimdeki samimi çalışmaları ile çok başarılı olacaktır.

Milli eğitim müdürlüğü ve bağlı kurum ve okulların Avrupa birliği proje çalışmaları çok başarılı bunlarda biride,Grundtvig Öğrenme Ortaklığı Projesi olan “ Avrupa Kadın Kimliği Oluşturma”Hayat boyu Öğrenme Programı - Grundtvig Öğrenme Ortaklıkları Projesi kapsamında, “Constructing a European Female Identity” Gruntvig Öğrenme Ortaklığı Projesidir.

Bu proje;T.C. Avrupa Birliği Bakanlığı, AB Eğitim ve Gençlik Programları Merkezi Başkanlığınca (Ulusal Ajans, http://www.ua.gov.tr) yürütülen Hayat boyu Öğrenme Programı (LLP) kapsamında ve Avrupa Komisyonu'ndan sağlanan hibeyle ve Türkiye, İspanya, Hollanda, Yunanistan ve Finlandiya ortaklığıyla gerçekleştirilmektedir

Proje kapsamında;  temel fotoğraf çekim teknikleri eğitimi ve gezileri yapıldı.  “Evde, İş Hayatında ve Hobilerde Kadın” temalı bir fotoğraf sergisi ,  proje ortağı ülkelere özgü kadın temasını ele alan filmlerin yer aldığı Okul Film Festivali, kadın ve erkeğin toplumdaki yerini ele alan kısa film çalışması, Halk Eğitimi Merkezi ve A.S.O bünyesinde açılan Yaratıcı Drama Kursu, yöresel değerlerimizin konu edildiği “Efelerin Sevdası” adlı kısa film çalışması ve aile soy ağacı gibi birçok faaliyet gerçekleştirilmiştir.

Sizin de dikkatinizi çektiğini düşündüğüm bu çalışmaları paylaşmak istedim. Yetkililer destek verdikçe daha güzel çalışmalar da yapılacaktır.

Geçmişten günümüze kadınlarımızın el emeği göz nuru ürünleriyle toplumsal değerlerimizi gerek yurtiçi gerekse yurt dışında paylaşabilmek adına Balıkesir Halk Eğitimi Merkezi ve A.S.O. Müdürlüğü bünyesinde “Ebru Kursu da devam etmektedir. Çalışan kursiyerler ecdat mirası EBRU sanatımızda çok güzel eserler verecekler.

Marifet iltifata tabidir. Geleneksel el sanatlarında yapılan çalışmaların sergisi 18 Şubat saat 16 da yapılacak. Balıkesir halkı için mutlaka izlenmesi gereken sergidir. Katılımcıların teşvik edilmesi serginin izlenmesi gerekir.
 “Yay/Ada AVM Sergi Salonunda” 18-20 Şubat 2013 tarihleri arasında açık kalacak GELENEKSEL EL SANATLARI SERGİSİ hazırlığında emek veren kursiyerleri, Hocalarını, emeği geçenleri, projeye katkı verenleri gönülden kutluyorum.



18 Şubat 2013 Pazartesi

NİHAYET ..! ÜNİVERSİTE, ÖĞRETMENLERİMİZİ DÜŞÜNDÜ..!


NİHAYET ..!
ÜNİVERSİTE, ÖĞRETMENLERİMİZİ  DÜŞÜNDÜ..!









NİHAYET ..!
ÜNİVERSİTE, ÖĞRETMENLERİMİZİ  DÜŞÜNDÜ..!

Balıkesir Üniversitesi ile yapılan “Eğitimde İşbirliği” protokolü kapsamında “Akademik Paylaşım Günleri”  planlandı. Yrd. Doç. Dr. H. Asuman KÜÇÜKÖZER,Yrd. Doç. Dr. Aysel KOCAKÜLAH,Doç. Dr. Sabri KOCAKÜLAH,Prof. Dr. Mevlüt YILMAZ,Doç. Dr. Hüseyin KÜÇÜKÖZER hocalarımız; Balıkesir de görevli ,104 ortaokul Fen ve Teknoloji Öğretmeni ile 76 Lise Fizik Öğretmenine akademik paylaşımda bulunacaklar…..

ÇOK GÜZEL BİR HABER..!  NİHAYET KONU ANLAŞILDI…

Balıkesir Üniversitesi kurulduğu günden bu güne her vesile ile söyledik…
Keşke öğretmeni yetiştiren Fakülte, mezun ettiği öğrencisini takip etse zaman zaman bilgi tazelemesi yapsa..Dedik..Dedikte cevap alabildik mi..Hayır.Bu iş bizim işimiz değil diye bakıldı.Şimdi duydum ki böyle bir çalışma yapılacakmış. Kendini sorumlu hissedenler var.Çok güzel …Çok sevindim..
Prof .Dr Mahir Alkan  seçildiğinde söylemişti.Biz Balıkesir’in önceliklerini dikkate alacağız demişti.Hatta tavsiye ve önerilere açık olduğunu söylemişti..İşte bu çalışma Sayın Mahir ALKAN ın sözünde durduğunu gösteriyor.. Vesile olanlara teşekkür ederim..Devamını görmeyi umut ederim.. Balıkesir Üniversitesi Balıkesir’in gerçek ihtiyaç ve beklentilerine uygun akademik destekler yapacağını uygulamaları ile gösteriyor..


Öğretmenlerimiz işe başlamadan önce Fakültelerde branşları ile ilgili bilgileri alırlar. Mezun olurlar. KPSS için çok yoğun olarak hazırlık yaparlar. Aldıkları puana göre Milli eğitim Bakanlığında göreve başlarlar.
Ataması yapıldıktan sonra, emekli oluncaya kadar öğretmenlerin hizmet içi eğitimlerinde ciddi işe yarar bir çalışma yapıldığını 34 yıl içinde ben görmedim…

Müdür yardımcısı okul müdürü il ilçe milli eğitim yöneticileri zaman zaman ülkenin çeşitli yerlerinde adı “hizmet içi eğitim “ olan çalışmalarına katılırlar.  5 - 15 günlük seminerlerde değişen yönetmelikler  ve yöneticilik konularında  bilgi aktarılır..Harcırahı da olan bu çalışmalarda ,çevreniz genişler biraz tatil yaparsınız.Yüzünden de okuduğunuzda anlayabileceğiniz şeyler uzatıla ,azatıla 5 günde anlatılır.Bilinçli arkadaşlarımız bu çalışmaların pek çoğuna zaman ve para kaybı gözü ile bakmıştır.
Öğretmenlerimiz için ise mesleki tekâmül programları yaygın değildir.

Milli Eğitim Bakanlığı çalıştırdığı öğretmenin yeterliliklerini bilimsel olarak ölçmelidir.İhtiyaç duyduğu alanlarda Üniversitelerimizin desteğini almalıdır.Mezun oldu   işe başladı..Emekli oldu tamam diye bakamayız.
”Muallimler” yeni nesli hazırlayan mimarlardır. Geleceğimiz eğitimin kalitesine bağlıdır. Eğitimin kalitesi de öğretmen yeterlilikleri ile doğrudan ilişkilidir.

Hizmet öncesi eğitim yanında, işe başladıktan sonra verilen hizmet içi eğitimin önemini en iyi anlayan ve uygulayan ülkeler, günümüzün gelişmiş ve sanayileşmiş ülkeleridir. Bu bağlamda,  verilecek hizmet içi eğitim, hem verimliliği, motivasyonu artıracak, hem de öğretmenlerin bilimsel gelişmeleri yakında takip etme imkânı verecektir.


ÖĞRETMENLERİMİZ KENDİLERİNİ MESLEKİ YÖNDEN YETERLİ GÖRÜRLER. Kendisini eksik bulan, yetersiz göreni hiç görmedim. Bu durum eşyanın tabiatına aykırıdır. Gelişim ve tekâmül gerçeğine uymaz. Her meslekte zaman içinde değişim ve gelişmeler olur. Öğretmenlikte de böyledir.5 yıl içinde kursa gitmemiş öğretmen kalmamalıdır. Her 5 yılda bilgi tazelemesi yapılmalı ve sınavlarla da bu durum tescil edilmelidir.
Çocuklarımız en değerli varlıklarımızdır. Türkiye’nin geleceğidir. Öğretmenlerimiz göz bebeğimizdir. Mutlaka hizmet içi eğitimleri planlanmalıdır.

Hazırlanacak meslek içi yetiştirme programlarında öncelikle şu konular ele alınmalıdır.
1.Gelişim özelliklerini tanıma,2.Bilgi ve iletişim teknolojilerinde donanımlı olma, 3. Değişik ölçme tekniklerini kullanarak öğrencinin konu alanındaki öğrenmelerini ölçme, 4.Çevre olanaklarından yararlanma,5.Özel alan öğretim programını izleme ve değerlendirme,6.Alanında yapılan bilimsel çalışmalara katılma,7.Mesleki gelişimini sağlayacak ortamlara girme (Mesleki örgütlere katılma ve sorumluluk alma),8.Analitik olma,9.Güzel yazı yazma,10. Çağdaş gelişmelerden haberdar olma

 Öğretmen, bir eğitim kurumunda bilgi, görgü ve yaşantıları ile çocukların veya gençlerin öğrenme yaşantılarına rehberlik eden veya yön veren kişidir. Öğretmenlik, bazı özel yetenek ve yaratıcılığı gerektirdiği için bir sanattır. Aynı zamanda, öğretme metotları, psikoloji, sosyoloji, felsefe, eğitim psikolojisi gibi disiplinlerin bulgularının kullanılması açısından da bir bilimdir. Dolayısıyla öğretmen hem bir sanatçı, hem bir bilim adamıdır.

Her alanda olduğu gibi eğitimde de sürekli gelişim ve bilgi toplumu olma yolunda atılan adımlardan biri olacak akademik paylaşım günlerinin ilimizin eğitimine katkı sağlayacağına inancıyla, çalışmaları başlatan,  İl Milli Eğitim Müdürü Sabri CANER ve Balıkesir Üniversitesi Rektörü Prof. Dr Mahir Alkan’a eğitimci gözü ile teşekkür ederim…
.              


15 Şubat 2013 Cuma

Tek umut Birlikteliktir..Türkülerimiz birlikteliğimizin mayasıdır…



Tek umut Birlikteliktir..Türkülerimiz birlikteliğimizin mayasıdır…

Tek umut Birlikteliktir..Türkülerimiz birlikteliğimizin mayasıdır…
Birlikte Yaşamak için muhatapların, karşısındakileri ön şartsız ve peşin hükümsüz dinleyebilmekten, saygı duymaktan, sorulana, söylenene ve sorunlara ciddi bir yaklaşımla yaklaşıp muhatabının derdiyle dertlenmekten geçer.

Canlı varlıkların tümü birbirlerine ihtiyaç duyarlar.  Hiçbir canlı diğer hiçbir canlıya ihtiyaç duymadan hayatının tamamını idame ettiremez. Dolayısıyla canlılar, birbirlerine muhtaç oldukları için; diğer cinsleriyle iyi geçinmek zorundadırlar. Son günlerde ilişkilerimiz pamuk ipliğine bağlı yürüyor. Küçük, basit meseleler bizi dostlarımızdan uzaklaştırıyor.

Kavgasız ve gürültüsüz yaşamak mümkün değil mi?

İnsanlar arasındaki diyalog, hoşgörü ve tolerans eksikliği, farklılıklara karşı tahammülsüzlük ve farklılıklarla barış içinde, bir arada yaşama konusunda yaşanan sorunlardır. Bu sorunlar yalnızca bir yöreyi, bir bölgeyi ya da halkı değil; genelde tüm insanlığı, özelde ise ülkemizin bütün insanlarını şu ya da bu şekilde ilgilendirmekte ve etkilemektedir.

Birlikteliği sağlamanın ve kavgasız bir arada yaşamanın, olmazsa olmazı, temel konularda aynı haklara sahip olmaktan geçer. Bu, başta din/inanç, dil, kültür ve çeşitli yaşam biçimlerine saygı duymakla, bu haklara saygı duymak ve önünü tıkamamakla olur.

Millet olarak ortak sevgimiz, ortak neşemiz vardır, bunlar bizi kaynaştıran yegâne unsurdur. Hiç tanışmadığımız halde, tesadüfen bir araya geldiğimiz kalabalıklarda coşku ile aynı türküyü söyleyebiliyoruz. Bizleri kenetleyen birbirimizi sevmemize vesile olan türkülerimiz önemlidir.
 Türküler işledikleri konular itibariyle de toplumun duygu ve düşünce hazinesidir. Toplum yaşamının her anından bireysel konulara kadar her şeyi barındırırlar. Türkülerde kimi zaman bir annenin feryadı, kim zaman bir aşığın hüznü ya da sevinci, kimi zaman da bir bülbülün ötüşü, kimi zaman Çanakkale’ye Yemen’e giden askerilerin ayak sesleri çınlar…

Türkülerin her bir kelimesinde asıl özümüz saklıdır. İnsan hassasiyetinin derinliklerinden çıkarak bir kimliğe bürünen türküler, zamanla milletin kimliği olurlar. Bu sebeple bir milleti tanımak, o millet hakkında bilgi sahibi olmak istiyorsak öncelikle, o milletin kültür değerlerine bakmamız gerekir. Bütün kültür değerlerini özellikle bu kültür unsurlarından biri olan türkülerini unutan bir millet özünü, geçmişini unutmuş, kimliğini yitirmiş, yabancılaşmaya, başkalaşmaya, mahkûm olmuş demektir
Türküler, tarih denen uzun ince bir çizgide Türk insan’ın doğuşundan ölümüne kadar yaşamış olduğu sosyal, siyasal, kültürel vb. olayları içinde barındıran önemli bir somut olmayan kültürel miras ürünleridir.
Balıkesir kaynaklı türkülerimizden Anadolu coğrafyasında kim etkilenmez ki, bizi Erzurum türküleri, torosların bozlakları nasıl etkiliyor. İki keklik bir kayada ötüyor, (Kaynak kişi MUSTAFA SARI) Türkiye’nin neresinde olursa olsun aynı güzel duyguları paylaşmamıza vesile olmuyor mu?
BALIKESİR TÜRKÜLERİNİ UNUTMAYALIM MİLLET OLMAMIZIN HARCINDA DEĞERLİ KATKILARI VAR.Ayva Çiçek Açmış Yaz mı Gelecek, Güzel Pirden Bize Bir Dolu Geldi, Dursunbey'in Hanları, Ak Pınar Yapısına Gün Doğmuş Kapısına ,A Kırmızı Kırmızı,Arabamın İspiti,Azime'nin Avlusunu Geçmeli, Uzun Çarşı Baştan Başa,Koca Kuşun Yüksektedir ,Aşağıdan Çıktı Bayrağın Ucu, Güzelim Güzelim Allı Basmalar Aldım,Yağsın Yağmurlar Yağsın,Mendili Oyaladım,Entarisi Damgalı,Balıkesir İçinde Körük Paytona , Çay Benim Çeşme Benim, Bir Yakadan Bir Yakaya Bakılmaz,Vişne Dalı Eğilmiş….
Balıkesir’in  derlenmiş türküleri her biri yaşanmış ne sevgiler acılar barındırıyor.. Ortak değerlerimize sahip çıkalım. Millet kolay olunmuyor. Birlikte sevineceğimiz, birlikte hüzünleneceğimiz ortak kültür varlıklarımızı yaşatmalıyız.
Kültür hazinemizin en önemli ve edebi unsurlarından biri olan türkülerimiz geçmişi aydınlatarak millete ait geleneği, geleceğe aktarırlar. Türküler bizi biz yapan, bizi başkalarından ayıran en kıymetli değerlerimizdendir. Tek umut Birlikteliktir..Türkülerimiz birlikteliğimizin mayasıdır



12 Şubat 2013 Salı

ENGELLİLER, KADERLERİNE MAHKÛM MUDUR?






























ENGELLİLER,  KADERLERİNE MAHKÛM MUDUR?

En basit tanımı ile  “engelli”, diğerlerine göre kısıtlılığı olan (kişi) demektir.
Görme engeli, İşitme engeli, Fiziksel engel, Zihinsel engel, Ruhsal engel, Sosyal bozukluklar vb engeli olanlar için yaşamak çok kolay olmuyor. Hayat standartları normal insana göre düzenlenmiştir. Yollar, merdivenler, hastaneler, okullar onlar için ciddi sorun olmaktadır.

Bütün insanlar özgür, onur ve hakları yönünden eşit doğarken yaşamsal süreçte maruz kaldıkları kendi ellerinde olmayan sebeplerle engelli olmaktadır. Hayatını iyi sağlayamayan kişi de, boyu diğerlerinden daha kısa kişi de bir anlamda engellidir. Ancak bu, kişileri aşağılayan bir durum değildir. "Ayağını yorganına göre uzat!" atasözünde olduğu gibi bu kimseler durumlarına uygun çözümlerle hayatı çekilir hale getirebilirler. Ortopedik engelli bir kimse de pekâlâ seyahat edebilir; görme engelli bir kimse yazabilir ve okuyabilir.
Çevremizde samimi olarak gözlem yapalım. Mutlaka engelli dostlarımız vardır. Kişisel olarak ne yapabiliyoruz.Devlet olarak ,Belediye olarak ne yapabiliyoruz….Yapılanlar yeterlimidir…

Türkiye’ de yaşayan 8,5 milyon engelli bireyin %78,29’u; çalışmak isterken, bir takım önyargılar ve uygun olmayan çalışma koşulları sonucu iş hayatında kendilerine yer bulamamaktadır. Diğerleri hayatlarını nasıl idame ettiriyor hiç düşündünüz mü?

Türkiye’de tedavi olma durumuna göre dil ve konuşma engelli nüfusun %11,27’si tedavi olabilmektedir. Türkiye’de tedavi olma durumuna göre dil ve konuşma engelli nüfusun %63.02’sinin tedavisi yapılmamaktadır. Engelli nüfusunun %39,15’i kamuya açık alanlarda görsel uyarı işaretlerinin yeterli olmaması yüzünden güçlük çekmektedir. Engelli nüfusunun %39,4’ü sosyal ve kültürel etkinliklere katılamamaktadır. Engelli nüfusunun %58,87’si devletin sağladığı imkânlar yetersiz olduğu için güçlük çekmektedir. Engelli nüfusunun %45,48’i engeliyle ilgili teknolojiye uygun aletlerin alınamaması yüzünden güçlük çekmektedir. Engelli nüfusunun %45,06’sı eğitim olanaklarından yararlanamadıkları için güçlük çekmektedir. Engelli nüfusun %41,12’si günlük yaşamda karşılaşılan sorunları çözememeyle ilgili güçlük çekmektedir. Engelli nüfusun %38,49’u haberleşme olanağının olmaması yüzünden güçlük çekmektedir. Engelli nüfusun %25,78’i görsel yayın organlarından yararlanamadıkları için güçlük çekmektedir. Dil ve konuşma engelli nüfusun toplam %25,83’ü yarım konuşma engellidir.  Dil ve konuşma engelli nüfusun toplam %22,83’ü tutuk konuşma engellidir.  Dil ve konuşma engelli nüfusun toplam %45,93’ü hiç konuşamamaktadır. Kendi adına sosyal güvenlikten yararlanan erkek engelli nüfusu %82,47’dir. Kendi adına sosyal güvenlikten yararlanan kadın engelli nüfusu %16,04’tür. Kendi adına sosyal güvenlikten yararlanan engelli nüfusu %44,50’dir. Başkasının adına sosyal güvenlikten yararlanan engelli nüfusun %82,47’si erkektir. Başkasının adına sosyal güvenlikten yararlanan engelli nüfusun %83,96’sı kadındır. Başkasının adına sosyal güvenlikten yararlı engeli nüfusu %55,49’dur. Engelli nüfusun eğitim hizmeti alan kadın nüfusu %16,53’tür. Engelli nüfusun eğitim hizmeti alan erkek nüfusu %23,25’tir Engelli nüfusun eğitim hizmeti alan toplam nüfusu %20,45’tir. Engelli nüfusun bakım ve rehabilitasyon alan toplam nüfusu %9,63’tür. Engelli nüfusun meslek ve beceri edinme kursu alan toplam nüfusu %13,71dir. Engelli nüfusun sağlık hizmeti alan toplam nüfusu %75,76’dır. Engelli nüfusun sosyal ve kültürel hizmet alan toplam nüfusu %1,49’dur. Engelli nüfusun aile rehberlik ve danışmanlık hizmeti alan toplam nüfusu %1,67’dir. Engelli nüfusun toplam %85,18’i sağlık kuruluşundan engellilerle ilgili derneklerden hizmet almaktadır. Engelli nüfusun toplam %4,18’i Milli Eğitim Bakanlığı’ndan hizmet almaktadır. Ortopedik engelli nüfusun %53,38’i devletin sağladığı imkânların yetersiz kalması yüzünden güçlük çekmektedir. Ortopedik engelli nüfusun %42,88’i toplu taşıma araçlarından binmede güçlük çekmektedir. Ortopedik engelli nüfusun %27,08’i çevre düzenlemelerinin olmaması yüzünden güçlük çekmektedir. Ortopedik engelli nüfusun %22,9’u kamuya açık binalara girememe yüzünden güçlük çekmektedir. Ortopedik engelli nüfusun %27,12’si toplumun yardımcı olamaması yüzünden güçlük çekmektedir. Ortopedik engelli nüfusun %23,62’si sosyal ve kültürel etkinliklere katılamadıkları yüzünden güçlük çekmektedir. Ortopedik engelli nüfusun %17,88’i evlilik yaşamının olumsuz etkilenmesi yüzünden güçlük çekmektedir. Ortopedik engelli nüfusun %38,30’u özrüyle ilgili teknolojiye uygun aletlerin alınamaması yüzünden güçlük çekmektedir. Görme engelli nüfusun %20,30’unun tedavisi yapılmaktadır. Görme engelli nüfusun %38,60’ının tedavisi yapılmamıştır. Görme engelli nüfusun %51,58’i devletin sağladığı imkânların yetersiz olması yüzünden güçlük çekmektedir. Görme engelli nüfusun %35,06’sı kamuya açık alanlarda sesli uyarı işaretleri ve çevre düzenlemelerinin yeterli olmaması yüzünden güçlük çekmektedir. Görme engelli nüfusun %34,7’si toplu taşıma araçlarına binmekte güçlük çekmektedir. Görme engelli nüfusun %39,36’sı özrüyle ilgili teknolojiye uygun aletlerin alınamaması yüzünden güçlük çekmektedir. Görme engelli nüfusun %27,07’si sosyal ve kültürel etkinliklere katılmayla ilgili güçlük çekmektedir. Görme engelli nüfusun %16,1’i evlilik yaşamının olumsuz etkilenmesiyle ilgili güçlük çekmektedir. Görme engelli nüfusun %27,34’ü toplumun yardımcı olamamasıyla ilgili güçlük çekmektedir. Görme engelli nüfusun %26,38’i Braille ve sesli yayınların yeterli ve yaygın olmamasıyla ilgili güçlük çekmektedir. İşitme engelli nüfusun %13,02’sinin tedavisi yapılmaktadır. İşitme engelli nüfusun %39,02’sinin tedavisi yapılmaktadır. İşitme engeli nüfusun %43,61’inin tedavisi yapılmamaktadır.

Şimdi ben kendime soruyorum. ENGELLİLER,  KADER MAHKÛMU MU?


Bizler toplum olarak duygusal bir yapıya sahibiz. Sıkıntılı durumda olan insanlara genelde üzülerek bakarız ve vahlı, tühlü cümleler kurarak hallerine acırız. Aslına bakılırsa çevremizde gördüğümüz engellilere de aynı şekilde yaklaşıyor ve “ Ailesine Allah Kolaylık Versin “ demekten başka yaptığımız fazlada bir şey olmuyor.

Vebal altındayız…sorumluyuz.çünkü hayatı müşterek paylaşıyoruz..Bu büyük vebali  sırtımızda taşımamak için  yaşamımızın her evresinde engellilere ve de ailelerine elimizden gelen her türlü yardımı yapalım.




9 Şubat 2013 Cumartesi

Yeter artık İsrafa son verelim….



Yeter artık İsrafa son verelim….
Eskiler müsrif olmayın…İsraf günahtır derlerdi.Hatta tabağında  yemeğini bitirmeyenler için,”sakın böyle yapma günah..”diyerek ikaz ederlerdi.Büyüklerimiz  öylesine tasarruf yaparlardı ki , burada anlatsan sayfa almaz.Eskiyen kıyafetlerimiz, yama yapılarak bir süre daha kullanılırdı.Artık yama yapacak durumdan çıkınca da, şerit halinde kesilir ,yumak halinde bağlanarak  biriktirilirdi.Sonra onlardan kilim dokunurdu.Buna yolluk denirdi. Kumaşın sağlam tarafları ayrılarak, 15 cm kare şeklinde kesilir, bu parçalar da birleştirilerek, seccade yapılırdı. Hülasa büyüklerimizin çöpü kolay kolay olmazdı. Her şey değerlendirilirdi. İsraf edilmezdi.
Medeniyet ve konfor arttı. İnsanımız müsrif oldu. Çöpü de çoğaldı sokağa bıraktıkları da arttı. Sektör oluştu. Katı atık projeleri ile neredeyse kapıdan atıklarımız alınarak değerlendiriliyor. Acı gerçek ile yüzleştik. ARTIK PARAMIZ YETMİYOR BEREKETİ KAÇTI. Büyük annem israf edenin bereketi kaçar derdi. Söylemek istediğini bugünler gösteriyor. Ekmekte israf, kağıtta israf, kıyafette israf,yakıtta israf,sebze meyvede israf …her şeyde israf ..sonra şikayet ediyoruz ekonomik kriz var yetemiyoruz…
Eniştem rahmetlinin unutmadığım sözü geldi aklıma “Para yetmez yetirilir” Ayağını yorganına göre uzatacaksın..Geliri arttıramıyorsan gideri azaltacaksın. Derdi. Haklıydı.
Tanıdığım her kes hangi gelir düzeyinde olursa olsun yetiremediği için şikâyetçidir.
Bugün “israf” konusunu  yazmamın sebebi..Son günlerde borcu nedeni ile canına kıyan insanların artmasına üzülmemdir. Sakarya mahallesindeki esnaf arkadaştan çok etkilendim..”””TASARRUFLU OLALIM ..AYAĞIMIZI YORGANIMIZA GÖRE UZATALIM....Hayat güzel..! küçük şeyler de bizi mutlu edebilir.Ekonomik Krizi gördüğümüz yerde tedbirde geç kalmayalım.İsraftan kaçınalım.Küçülerek sıkıntılarımızdan kurtulalım……
Dünyamızın “geri kalmış” olarak adlandırılan kısmı fakirlik ve açlık, “gelişmiş” olarak adlandırılan kısmı ise aşırı tüketimden dolayı ekonomik kriz yaşıyor. Bu kriz israf ekonomisinin krizidir. Bu durum sadece ekonomik şartların ve kaynakların yetersizliğinin ürünü olarak değerlendirilemez. Tam tersine sorun ahlakidir ve dünyada şu anda temelde bir değerler sorunu yaşanmaktadır. Bir yanda obezlerin yani aşırı şişmanların diğer yanda açlıktan ölüm derecesine varan fakirlerin bulunduğu bir dünyayı başka nasıl açıklayabiliriz?
Ekonomik gelişme ve kalkınma, toplumsal değerlerin sonucu olduğu gibi, ekonomik kriz de toplumsal değerlerdeki bozulma ve çürümenin sonucudur. Bizce ekonomik krizin gerisinde aşırı tüketim, hak etmeden kazanma hırsı veya daha basit ifadeyle aç gözlülük; açlık probleminin gerisinde ise israf ekonomisinin doğurduğu adaletsiz paylaşım meselesi vardır.
Aşırı tüketim ahlaki bir problemdir. Bu ahlaki problemin adı bizim geleneğimizde israftır. İsrafın sözlük manası aşırı gitmek ve haddi aşmaktır. İsraf eden kişiye müsrif denir. Kur’an-ı Kerim’e göre “Allah müsrifleri sevmez”. İsraf yapan kişi, tüketimi vasıta değil gaye olarak görür; tüketim onun için en büyük zevk kaynağı hâline gelir. Bundan daha kötüsü müsrif sadece kendisini düşünür, paylaşma düşüncesinden uzak bir şekilde eldeki kaynakları sadece kendisi tüketmek ister.
Bizim geleneğimizde “mülkiyet hakkı” ile “tüketim hakkı” arasında fark vardır. Daha açık bir ifadeyle, bir şeye sahip olmak onu hiçbir sınırlama olmaksızın tüketme hakkını size vermez. Kendi malınız bile olsa, ihtiyacınızdan fazla tükettiğiniz zaman israf ve haram olur. Böyle bir mülkiyet anlayışı modern kültürde yoktur. Ülkemizdeki tabiî zenginliklere rağmen, yoksulluk içinde kıvranmamızın nedeni israf ekonomisidir.
İsrafa dayanan bir ekonomi, enflasyon canavarına mahkûmdur. Enflasyon dedikleri, israfın doğurduğu bir musibettir.