Kuşak Çatışması, Değişimin Fay Hattı mı?
Dr. Emre Erdoğan, Siyaset Bilimci
“Babam beni anlamıyor”, “bizimkilerle geçinemiyorum”, “anne o senin zamanındaymış”... Bu ve
benzeri sözleri hepimizin ya zamanında sarf ettik, ya da –yaşları kemale erenler için söylüyorumbize
söylendi. Aynı mekanı paylaşan iki farklı kuşak arasında “anlaşılamama” sorunu bu
cümlelerde somutlaşır. Çok sık gerçekleşmedikçe “her evde olur böyle şeyler” denilir ve
nihayetinde büyüklerden birinin sarf ettiği “benim yaşıma gelince anlarsın” cümlesiyle de
tartışma bir sonraki krize kadar sona erer. Pekiyi, gerçekten onların yaşına gelince bir şeyleri
anlar mıyız? Yaşanılan “anlaşılamama” sorunu, yaşlanınca geçen bir şey mi? Büyüdüğümüzde,
nüfus kağıdımız eskidiğinde “ebeveynlerimiz” gibi mi oluruz?
“Kuşak çatışması” adını verdiğimiz bu olguyu gençlerin ileride ebeveynlerine benzemeleriyle
düzelecek bir anomali olarak görmenin yanlış olduğu aşikar. “Geç-genç” olarak benim kişisel
deneyimim ve gözlemlerim zaman geçtikçe gençlerin yaşlandıkça anne-babalarına benzemekten
ziyade kendilerine özgü birer kişilik olduklarını gösterdi. Geçmişte yaşanan kuşaklar arası
anlaşmazlıkların temel nedeni çok basit: Gençler, anne babalarından farklı insanlar. Farklı
insanların aynı olgulara farklı bakış açıları taşımaları da şaşırtıcı değil, esas tam tersi olsaydı
şaşırtıcı olurdu. Dolayısıyla bugünün gençleri yarının ebeveynleri olduklarında da anne
babalarından farklı insanlar haline geliyorlar. Toplumsal değişim dediğimiz süreci de böyle
okumamız mümkün: Farklı değerlere sahip yeni kuşaklar eski değerlere sahip kuşakların yerini
aldığında toplumsal değişimin nüvesi gerçekleşmiş oluyor.
Kuşaklar-arası farklılıkların toplumsal değişim süreciyle ilişkisi, Batı’nın gelişmiş demokrasileri
özelinde siyaset bilimciler tarafından detaylarıyla tartışıldı. Özellikle 1968 baharını takip eden
süreçte siyasal parti sistemlerinin karşılaştıkları ani değişimin - sistemin temel taşı partilerin
güçlerini kaybetmeleri, radikal ve Yeşil partilerin güçlenmesi ve geleneksel siyasal katılım
biçimleri olan siyasi parti üyeliklerinin ve oy verme eğiliminin hızlı bir düşüş yaşamasınedenleri
incelendiğinde “yeni” seçmenlerin ebeveynlerinden farklı değerlere sahip olmalarının
en önemli etken olduğu görüldü. Anne babaları iş güvencesi gibi materyalist ihtiyaçlara önem
verirken yeni nesiller estetik kaygılar gibi postmateryalist adı verilen değerleri ön plana
çıkarmaktaydı. Yapılan anket çalışmaları materyalistlerin ekonomik büyüme, istikrarlı bir
ekonomi, suça karşı savaş, ülkede düzeni koruma, yükselen fiyatlarla savaş ve güçlü bir savunma
gibi ekonomiye ve güvenliğe dair konulara önem verdiklerini; buna karşın postmateryalist
seçmenlerin işyerinde ve hükümette daha fazla söz sahibi olmak, ifade özgürlüğü korumak, daha
iyi bir toplumda yaşamak, kentleri ve köyleri daha güzelleştirmek gibi kavramlara ve düşüncenin
paradan önemli olduğu ifadesine katıldıklarını göstermekteydi.
Burada atıfta bulunduğum Postmateryalist değerler teorisinin iki basit hipotezi bulunmakta:
“Kıtlık hipotezi” adı verdiğimiz birincisi, “bireyin kendisi için göreli olarak kıt olan şeylere daha
fazla önem atfettiği” olarak tanımlanır. İkinci hipotez ise “sosyalleşme hipotezi” adını taşımakta
ve “bireyin temel değerleri ergenlik öncesi döneminin şartlarından etkilenir” diye açıklanır.
Maslow’un iyi bilinen “ihtiyaçların hiyerarşisi” yaklaşımı, postmateryalist değerler teorisinde
önemli bir yer taşır. Maslow’a göre bireyler öncelikle fizyolojik ihtiyaçlar ve güvenlik gibi
“materyalist” ihtiyaçları karşılarlar, daha sonra kendini ifade etme ve estetik kaygılar gibi diğer
“materyalist” olmayan ihtiyaçlara yönelirler.
Bu kuramsal çerçeve açısından bakıldığında, bireysel olarak ya da sosyalleşme döneminde
ekonomik-maddi sıkıntılar çeken bireyler; yetişkinlik dönemlerinde materyalist değerlere
yönelirken; ekonomik-maddi sıkıntıları yaşamayan bireylerin materyalist olmayan ihtiyaçları
tatmini tercih ettikleri söylenebilir. Batı demokrasilerinde nesiller arasında büyük değer
uçurumlarının olmasının nedeni ise bu ülkelerin İkinci Dünya Savaşı sonrasında yaşadıkları
sürekli ekonomik büyümeye dayalı refah dönemiyle açıklanabilir. Böylelikle yeni nesiller
postmateryalist değerleri içselleştirmiş, bu nesillerin tutum ve davranışları da postmateryalist
değerler doğrultusunda olur.
Ülkemiz özelinde baktığımızda kuşaklar arasında kayda değer, değer farklılıklarının
bulunduğunu biliyoruz. 45 ülkeyi kapsayan “Dünya Değerler Araştırması”nın Türkiye ayağı
Boğaziçi Üniversitesi’nden Prof. Dr. Yılmaz Esmer tarafından yürütülüyor ve 1997
araştırmasının sonuçlarını “Evrim, Devrim, Statüko: Türkiye’de Sosyal, Siyasal, Ekonomik
Değerler” (TESEV, 1999) adlı kitapta bulmak mümkün. Kuşaklararası farklılıkların hangi
değerlerde ön plana çıktığını seçici bir gözle araştırdığımızda;
- genç kuşakların siyaseti daha az önemli bulduklarını,
- “demokrasilerde ekonomik sistemin işleyişinin sorunlu olacağına” daha fazla
inandıklarını,
- demokratik yönetim modeline alternatif olarak “güçlü lideri” ve “uzmanların karar
vereceği” bir hükümet modelini daha fazla tercih ettiklerini,
- yaşlı kuşaklarla karşılaştırıldıklarında rekabete karşı daha negatif tutumlar sergilediklerini
görmekteyiz.
Söz konusu çalışmanın 1997 sonbaharında yapıldığı ve “genç” sıfatını yakıştırdığımız 18-24 yaş
kategorisine giren gençlerin sosyalleşme süreçlerini yaklaşık 1988-1995 yılları arasında
geçirdikleri, bu dönemde yüksek enflasyon, birbiri ardı sıra gelen koalisyon hükümetleri ve
siyasal istikrarsızlık dönemleri ve yıllık enflasyonu yüzde 140’a kadar yükseltebilen ekonomik
krizlerle karşı karşıya kaldıkları gözönünde tutulursa demokrasiye ve siyasete karşı bu apatik
duruşları şaşırtıcı olmaz.
Bundan yaklaşık 6 yıl önce yapılmış bir çalışmanın sonuçlarına baktığımızda, bugünün toplumsal
profilinin erken bir resmini çizmemiz mümkün. 1998 yılında Konrad Adenauer Vakfı’nın
yayınlamış olduğu “Türk Gençliği’98: Suskun Kitle Büyüteç Altında” adlı yayında o tarihte 15-
27, bugün 21-33 yaşlarında olan gençlerin “ülke yönetiminde söz sahibi olmasını” istedikleri kişi
sorulmuş. Ankete katılanların yüzde 21’i bugünün başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ı ülke
yönetiminde söz sahibi olarak görmek istediklerini belirtmiş. Erdoğan’ın henüz İstanbul
Büyükşehir Belediye Başkanlığı görevini yürüttüğü bir dönemde bu tür bir sonucun ortaya
çıkması, bugünün erken bir habercisi olarak yorumlanabilir.
Şu anda “genç” adı verdiğimiz –kesinlikle de homojen olmayan- kitlenin değerlerinin ne
olduğunun tespit edilmesi ve 2023 yılının Türkiye’sinin nasıl olacağı hakkında projeksiyonlar
yapılmasına olanak verecek verilerin elde edilmesi kapsamlı bir saha araştırması ve çok boyutlu
bir entelektüel çaba gerektiriyor. Ancak, bugünün gençlerinin dünkülerden daha farklı olduğu,
dolayısıyla yarının Türkiye’sinin de çok farklı olacağını şimdiden söylemek yanlış olmaz. Çünkü,
bugün biz gençler olarak neysek, yarının toplumu da o olacak
5 Ağustos 2009 Çarşamba
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder