5 Ağustos 2009 Çarşamba

OKUL ÖNCESİ EĞİTİME NEDEN GEREK DUYULMUŞTUR?

OKUL ÖNCESİ EĞİTİME NEDEN
GEREK DUYULMUŞTUR ?

Yirminci yüzyılın ilk yarısında sanayi ve teknoloji alanındaki gelişmeler, hızlı nüfus artışı ve kentleşme, artan hayat pahalılığı ve gelir düzeyini yükseltme zorunluluğu gibi etkenler, toplumun yapısında birtakım sosyal değişmelere ve ekonomik gelişmelere yol açmıştır.
Bu değişmelerden en fazla etkilenen sosyal kurumların başında aile müessesesi gelmektedir. Aile kadroları gelişmelere paralel olarak daralıp küçülmeye başlamıştır. Böylece zaman içinde büyükanne- büyükbaba kadronun dışında kalmışlar. Böylelikle geniş aile tipi yerine ana-baba ve çocuklardan oluşan modern aile dediğimiz çekirdek aile tipleri doğmuştur. Günümüzde üç jenerasyonun birlikte yaşadığı aile tipine ancak kırsal kesimde rastlamaktadır.
Öte yandan ailede kadının işlevi değişmiştir. Kadınlar annelik ve ev işlerinin yanında başlangıçta ailenin geçimine katkıda bulunmak için bir iş tutmak, bir meslek edinmek zorunda kalmışlar, daha sonra da sosyo-kültürel seviye öğrenme arzusu topluma hizmet etmek görev duygusu gibi etkenler kadını evin dışında çalışmaya sevk etmiştir. İşte bu şekilde annenin çalışmak zorunda kalması ve evde çocuğa bakacak bir kimsenin bulunmaması, çocuğun bakımı ve kimin eline bırakılacağı sorunu okul öncesi eğitim olgusunu ortaya çıkartan faktörler olmuştur.
Çocukların bakımı ve eğitimi zorunluluğu zamanla aile müessesesinin yanında kreş, yuva, anaokulları ve anasınıfları gibi müesseselere olan ihtiyacı kamçılamıştır. Büyük şehirlerde bu kurumlar bugün çocuk eğitiminde çalışan annelerin en büyük yardımcıları durumuna gelmiştir. Artık hiç değilse bir çok anne çocuklarını emanet eşya gibi ya akraba yanına ya da komşuya bırakmaktan kurtulmuşlardır.
Okul öncesi eğitim kurumları sadece annesi çalışan çocukların yararlanacağı bir yer değildir. Her bir çocuk, kişiliğinin özgürce gelişimi için okul öncesi eğitim sürecinden mutlaka istifade ettirilmelidir. Çocuğun kişiliğinin belli kalıplara döküldüğü, duygu tohumlarının ekildiği bu devrede çocuk ne tamamen ailede kalmalı, ne de tamamen okul öncesi eğitim kurumuna bırakılıp anneden ayrı bırakılmalıdır. Bu dönemde aile ile kurumlar arasında sıkı bir işbirliği sağlanması daha yerinde olacaktır.
Aile çevresindeki koşulları ne denli iyi ve elverişli olursa olsun, çocuğu yaşıtlarıyla birlikte uygun bir ortamda ve uzman eğitimcilerin gözetiminde temel öğrenim olan ilkokula hazırlamak, daha olumlu sonuçlar vermektedir. Kaldı ki, ülkemizin ekonomik ve toplumsal yapısı sonucu, aileler, çocuklarının maddi ve manevi gereksinimlerini yeterince karşılayamamakta, gerekli çağdaş pedagojik formasyondan yoksun bulunmakta ve çocukların eğitim ve öğreniminde devletin desteğine ihtiyaç duymaktadırlar.
Gelişmekte olan ülkemizde sanayileşmenin paralelinde, yaşam koşulları kadının çalışmasını zorunlu kılmış, bu da okul öncesi eğitimin önemini bir kat attırmıştır. Yaşamın özellikle ilk üç yılında, annenin, çocuğunun eğitimiyle meşgul olması, hiçbir kişi ya da kurumdan yardım istememesi kuşkusuz en sağlıklı yoldur. Ancak, yaşam koşulları sebebiyle, annenin aileye ekonomik katkıda bulunmak üzere çalıştığı durumlarda, “ bakıcı ” dan yararlanma seçeneği birçok eğitimsel yanlışı da beraberinde getirmektedir. Çocuk, model olarak kendisine bakan bu kimseyi aldığından, onun konuşmasındaki dilbilgisi hatalarını, örf ve adetini taklit yoluyla kolayca öğrenebilecektir. Daha da önemlisi, anneye en çok gereksinim duyduğu bu dönemde anneyle fizik temastan ve duygusal etkileşimden uzak büyüyecek, bu da çocuğun kişiliğini ve duygusal gelişimini önemli bir biçimde etkileyecektir. Büyükanne yanında bakım, aşırı hoşgörü ve şımartma sebebiyle, eğitimsel açıdan tehlikelidir.

Hiç yorum yok: