29 Mart 2013 Cuma

EHLİYET ALDI..ARABA KULLANAMIYOR.!






EHLİYET ALDI..ARABA KULLANAMIYOR.!

Ehliyet almış,araba kullanamayan bizim evde 2 kişi var.Önce belge almak için mevcut kurslara devam ettiler.Daha sonra yazılı sınava katıldılar.Direksiyon sınavında gösterdikleri “başarı” sonucunda ehliyetleri oldu..Ancak araç kullanamıyorlar.Ayrıca pedallı araba kiralayarak tekrar kurs aldıracağız. Büyük kızım için böyle yapmıştık o şimdi araç kullanıyor.

Ben trafik polisinin yaptığı sınavdan ehliyet almıştım. El yordamıyla araç kullanmayı öğreneceksin, kimden nasıl öğrendiğini soran olmazdı. Sınavlara girersin kazanırsan ehliyetin olurdu. Yıllarca bu uygulama sürdü. Tanıdığı olanlar bir dakikada araca binip indi. Ehliyetini aldı. Ben dördüncüde aldım.

Avrupa birliğine uyum olsun diye yeni düzenleme yapıldı. Eğitim verilerek ehliyet alınacaktı. Mükemmel bir gelişme oldu. Uygulama dersleri verilerek ehliyet alınabilmesi için Motorlu Araç sürücü kursları açıldı. Ülkemiz için devrim gibi uygulama oldu.

Yeni sistem uygulamaya geçti. Kolay para kazanmada mahir olan aziz patronlar uygulamayı bir günde çözdüler. Türk işi pratiğini buldular. Gördüklerimiz duyduklarımız roman olur. Mevcut uygulamanın ilk dönemlerinde, nüfus cüzdanlarını verenler, ehliyet almaya başladılar. Balıkesir’de sıkıntı olmaya başlayınca ilçelerden, çevre illerden hiç gitmeden ehliyet alanlar oldu. Bunlar herkes bildiği  şeylerdi..

Bu dönemlerde( otobüs) “E” sınıfı ehliyet sınavına görevli olarak katılmıştım.
Sınav yapılacak alana gittim. Hurdaya çıkmış zar zor yürüyebilen bir otobüs duruyordu. Usta öğretici bana sınava gireceklerin listesini verdi. Listedeki isimleri tek tek kontrol ettim. İmzaları kadar uygulamalı eğitim alıp almadıklarını sordum.

-Evet aldık. Öğrendik. Hocamız harikadır.İşte her 
saat içinde listede imzamız vardır.Dediler..
Daha sonra listedeki ilk isim, öne direksiyona geçti. Sınava girecekler en arka koltuklara oturtuldu. Ben dosyamı hazırladıktan sonra direksiyonda oturan beye, kontak anahtarını alıp aracı çalıştırmasını istedim. Usta öğretici anahtarı verdi.
Aday, anahtar elinde panoya bakıyor, ancak anahtar yuvasını bulamıyordu. Telaşla usta öğretici anahtarı aldı. Motoru çalıştırdı. Tekrar sordum. Otobüse daha önce bindiniz mi? Sürücü adayı;
 -Evet bindim. Dedi. Usta öğretici;
-Hocam sen de çok sorguluyorsun, heyecandan oldu. Dedi. Her neyse sabır dedik. Sınav başladı. Hareket edelim. Dedim. Usta öğretici vitese takıverdi. Ne aynaya bakmak var. Ne kontrol, gaza basınca araç atak yaparak hareket etti. Ana yola çıktık. Sağ koldan gelen taksi acı firenle bize çarpmadan zorlukla durabildi. Bizim otobüs ise sağa dönmeyi başarabildi. Yavaşlamak yok. Böylece uygulama sınavı başladı.
Kısa bir mesafede çok geniş bir kavşağa geldik. Sola dönerek devam etmemiz gerekiyor. Bizim sürücü adayı direksiyonu çevirmekte geç kaldı. Doğruca yol kenarındaki su arkına sürdü. O süratle sağ taraftaki lastikler su arkına düştü. Otobüs sağına devrildi. Toprağa değmeden yandaki bir ağaca yaslanarak durdu. Otobüs yan yatmıştı. Bizim aday direksiyona sımsıkı tutunmuş askıda sallanıyordu.Direksiyonda barfiks çeker gibi asılı kaldı.Arka kotluklardaki sürücü adayları.Kapı boşluğuna yuvarlanarak,üst üste sıkışıp kaldılar.Ben Yan yatan otobüsün sağ ön kapısını açtım.Önümde, su arkı var.Zemin çamur.İyice kuvvet verip karşıya atladım.Ancak paltonun sol cebi kapı koluna takıldığından geri asıldı.Suyun ortasına pat diye düştüm.Palto yırtılmış, parçası otobüsün kapı kolundan sallanıyordu.Ben de çamurun ortasına kalçamın üstüne oturup kalmıştım.Çamur içinde toparlanarak ayağa kalkmakta zorlandım.Uzatılan bir sopadan destek aldım .Kenara çıktım.Daha sonra içerdekileri çıkardık..Yol kenarında,bizi takip eden araç duruyordu. Kursun yetkilileri .Geçmiş olsun dediler.Kursun sahibi …….bey;
-Hocam diğer otobüsü çağırdım geliyor. Sınava kaldığı yerden devam edelim. Dedi.
-Çamur içindeyim. Üstümü değiştirmeliyim. Dedim. Çok sinirlendim. Korkmuş sürücü adaylarına sordum.
-Allah’ınızı severseniz söyleyin, bu otobüse hiç bindiniz mi. Dedim. Direksiyonu kullanan sürücü adayı birazda mahcup bir edayla,
-Biz 9 kişi köyden geldik. Hiç otobüs kullanamadık, sabah imza attırdılar. Sınava girdik. Ancak köyde iyi kötü traktör kullanıyorduk. Dedi.
Bunun üzerine sınav yapamayacağımı bildirdim. Bir taksiyle sınav uygulama alanından ayrıldım. 2 ay önce yeni aldığım paltom da yırtıldığı için çöpe gitti. Üstümü değiştirdim. Milli Eğitime bir daha sınav görevi almayacağımı bildiren dilekçe verdim….
Sınavlar dersler devam etti..Kazalar çoğaldı. Bakanlık ihtiyaç üzerine düzenlemeler yaparak sınavları merkezi sisteme aldı. Uygulama eğitiminde sıkı denetimler getirdi. Hala uygulamada gelinen nokta ehliyeti al sonra araç kullanmayı öğren noktasındadır.
İnsanlığın fertler, toplumlar ve bütün dünya çapında en büyük problemleri bizzat insanın kendisiyle alakalıdır ve insandan kaynaklanmaktadır.
Her insan, yaptığının karşılığını görür ve dolayısıyla kendi kaderinden bizzat sorumludur. KURS GÖRMEDEN DAĞITILAN BİNLERCE EHLİYETİN VEBALİNİ MUTLAKA ÇEKECEKLERDİR. Bütün problemler insanla başlar ve insanda biter. En iyi sistemler, problem kaynağı insanların elinde en kötü neticeleri verir; en kötü sistemler de, problem olmaktan kurtulmuş, iyilik ve güzelliğin temsilcisi haline gelmiş insanların elinde hiç de kötü neticeler vermeyebilir.
Devlet ne yapsın sistem getiriyor. İnsanımız yapıyormuş gibi belgeleyerek kısa yoldan gelir kapısı oluşturuyor.
Şimdi tekrar yeni düzenleme çalışmaları var. Yeni taslağa göre teorik ve direksiyon eğitiminde devam zorunluluğuna ağırlık verilecek. Teorik derslere ve direksiyon derslerinde 5'te 1 oranında devamsızlık yapan adayların kurstan kayıtları silinecek. Bakanlık, devam durumunu sürekli takip edecek.Böylece,”Ehliyet aldı..araba kullanamıyor” lafını artık duymayacağız. EHLİYET ALANLAR, ARABA  KULLANABİLECEKLER.. inşallah diyelim..!

27 Mart 2013 Çarşamba

BİRAZ KÜL, BİRAZ DUMAN…!


BİRAZ  KÜL, BİRAZ DUMAN…!
Geçen gün bir okulun önünden geçtim. Ana giriş kapısının, hemen bitişiğinde grup halinde sigara içen öğretmenleri gördüm. Bayan öğretmenlerimizin çoğunlukta olmaları hayli şaşırtıcı geldi. Bahçede teneffüs nedeni ile küçük öğrenciler hareket halindeler. Yoldan geçen vatandaşlar hocalarımızın sigara muhabbetini gördü. Hocalar yanlarından geçenlerin farkında olmadılar. Kısa zamanda ihtiyaç giderme telaşındaydılar.

Her nokta yasaklanınca tiryakiler açıkta içmek zorunda kaldılar… Ancak çocuklarımızın önünde, bu manzarayı çok üzücü buluyorum. Öğretmen bu halde görülmemelidir.

Öğretmen okulunda öğrenci idim. Pazar günü çarşı izninde geziyordum. Baş muavin Zekai AYDIN bey ,Bolu sokaklarında simit yediğimi gördü; –Sen cumhuriyet öğretmeni olacaksın bu şekilde sokakta simit yememelisin.Aç olan var .İhtiyacı olan var.Bir kenara otur, kimse görmeden ye, demişti.Okula döndüğümüzde odasına da çağırarak biraz kulaklarımdan asılmıştı…Allah rahmet etsin .Zekai hocam okul kapılarındaki  sigara içen öğretmen manzarasını görse ne derdi acaba….

İlköğretim çağında çocuklarımıza model olacak öğretmendir. Davranışları, mimikleri, alışkanlıkları doğrudan taklit yolu ile özümsenir. Çocuk öğretmeninin göz bebeğine bakar. O modelidir. O ne derse doğrudur. O ne yaparsa olması gerekendir…

Okulların, ya önünde veya karşısında ki kafenin bahçesinde, önlükleriyle öğretmenleri sigara içerken görebilirsiniz. Çok fazla karşılaştığımız bu olumsuz manzara, değişecek gibi durmuyor. Çarşı içinde hareketli sokaklarda dershanelerimiz var. Giriş kapılarında beyaz önlükleri ile sigara içen öğretmenleri her gün görüyoruz... Yasaklar sigara içenleri sokağa taşıdı. Bu durum böyle devam etmemelidir. Ne ise çaresi bulunmalıdır.

Bu yazdıklarımı “olmaz öyle şey” kesinlikle hiçbir okulun önünde bu söylediğin olamaz.! Diyen statükonun seslerini sanki duyar gibiyim… İnanmayan teneffüs saatlerinde herhangi, bir okulun önene gidip bakabilir. Çarşının göbeğinde, dershane önlerinde kol kola öğrencileriyle sigara içen öğreticileri görebilir. Vatandaş rahatsızdır. 

Olumsuz örnekler öğretmen topluluğunun çok azıdır. Ancak görüntünün çirkinliği, öğretmenlerin tamamı için rencide edici olmaktadır.

Dershane ve okul önlerinde sigara içen az sayıdaki sayın öğretmenlerimiz, size sesleniyorum!… Beyaz önlüklerle sigara içtiğinizi gören talebeler, çocuklar etkilenirler. Size özenirler.” Bende öğretmenim gibi sigara içerim” diyebilirler. Bunu yapamazsınız. Olmaz böyle şey… Çok kutsal görev ifa ediyorsunuz.Öğrencinizin önünde sigara içmeyiniz..

Okulların, dershanelerin işi; Çarpım tablosu ile kadeş anlaşmasının 3. maddesini öğretmek midir? Tost yedirip beslemek, test çözdürüp eğitmek midir? Devlet sigara ile mücadeleyi öne almışken bu davranış yakışıyor mu?  Yönetici odalarından ahkâm keserek, mevzuat tamam olsun gerisini boş ver demekle olmaz

Çözüm nedir. Okula yakın ev kiralansın, kimse görmeden bu alışkanlıklar, ihtiyaçlar orada giderilsin. Sokakta alenen küçücük çocukların önünde bu davranış olmaz… O l a m a z. Asil öğretmenimizin görev ve sorumluluklarına ters düşer.
Bu yazımdan rahatsız olanlar olacaktır. Kusura bakmayın sağlıklı nesil yetiştirmek hepimizin vebalidir.

Ne yapalım alışkanlık, okul içinde yasak, bahçede yasak, okul dışında bir noktaya gitmek zorundayız..Teneffüsler kısa daha uzak mesafeye de gidemiyoruz.Kulağımız bahçedeki seslerde ve zili duyabileceğimiz uzaklıkta alelacele soğukta sigaramızı içiyoruz..Sana ne  diyenler olacaktır.
İçinde 50 kanser yapıcı madde bulunması nedeniyle kanserin en yakın dostu sigara, gençlerimiz ve çocuklarımız için çok önemli bir tehdittir.

Türkiye'de 5 yılda 11-19 yaş arasında 5 milyon genç sigaraya başladı. Sigara içme yaşı ise 11'lere indi. . Tütün kullanımı, önemli ve önlenebilir bir halk sağlığı sorunudur. Dünya genelinde tütün kullanımına bağlı hastalıklar nedeniyle yılda 6 milyon kişi ölmektedir. Ülkemizde bu sayı yılda 100 bin kişidir ve tüm ölümlerin %23’ü tütüne bağlı hastalıklar sebebiyle olmaktadır. Dünyada 15 yaş üzeri nüfusta 1.2 milyar kişi tütün kullanmaktadır (her üç erişkinden biri), ülkemizde ise 15 yaş üzeri 16 milyon kişi tütün kullanmaktadır. 
Hal böyle olunca Kapı önlerinde sigara içen öğretmenleri görünce nemelazım diyemedim…Bana ne diyemedim..Bu çocuklar bizim çocuklar… Onlar ülkemizin geleceğidir.

Yeni nesle iyi örnek olup eğiterek, onları büyük bir problem haline gelen bu ölümcül alışkanlıktan korumalıyız. Sağlıklı bir yaşam ve sağlıklı bir gelecek için DUYARLI OLMALIYIZ..OKUL KAPILARINDA DERSHANE KAPILARINDA  SİGARA İÇİLMESİN…Yetkili kim ise,kimler ise onlara söylüyorum..!

Gereğini yapın .. Kanun var. Sorumlu olursunuz.



ASRİ SARI “SGK “ dan şikayetçi.. Derdini kime anlatsın.?


ASRİ SARI   “SGK “  dan şikayetçi.. Derdini kime anlatsın.?

Sosyal Güvenlik Kurumu ’ndan (SGK) bugünlerde oldukça şikâyet var. Gazetemiz aracılığı ile yetkililere seslenen ve ismini vermek istemeyen vatandaşlar var.
Bunlardan biri açıkça adının kullanılmasında sakınca olmadığını söyledi.
Geçenlerde arkadaş ziyareti için Özmerkez sokağında, bulunan ASRİ KAFE ye gittim. Sahibi Asri SARI Bey ile oturduk. Adının yazılmasında sakınca görmediğini dile getirerek SGK nın uygulamasından mağdur olduğunu ve çaresizlik içinde bulunduğunu anlattı. Dinledim. Asri Bey çok metanetli, vakur bir insan, kolay kolay sıkıntısını paylaşmaz. Manyasın küçük bir köyünden gelerek hayat mücadelesi vermiş. Çocuklarına üniversite eğitimi aldırmış. Sıkıntıları zorlukları çok çalışarak aşmaya çalışmış dürüst bir vatandaş.
Kendisi Tarım il Müdürlüğünden emekli olmuş. Çocuklarının tahsillerini sürdürebilmeleri için ek gelire ihtiyaç duymuş. Cesaretle birikimini yatırmış. Kahvehane açmış. Yanında en az 5 kişi çalıştırmış. Vergisini bir tamam ödemiş. Yıllardır, katma değer yaratıyor. Çalıştırdığı kahvehanede aylık vererek işçi çalıştırmış. Yıllık kazancının vergisini ödemiş. Her yerde resmi kayıtları da var.
Memuriyetin verdiği disiplin içinde prensip sahibi bir adamdır. Belediyeden bir yazı gelse, titiz insan, aynı gün koşarak gider, sorun varsa hemen çözer.Hassasiyetini bilmeyen yoktur.Maliyeden bir soran olsa, kaygılanır hemen gider meseleyi öğrenir.Ne ödemesi gerekiyorsa  öder.Defalarca da o para ödendi mi diye sorar….
Çalışanlara karşı hasas davranmış, kuruşu kuruşuna sigorta primlerini yatırmış. Dahası fakir fukara, garip guraba kapısında, yaptığı yardımları kendisi söylemez ama herkes bilir.
Devlete borcu olacağını bilse tereddütsüz gereğini yapar.Bu arada kimse ona SGK olarak bir yazı yazmamış..SEN EMEKLİSİN İŞ YERİ AÇTIN, SGK YA ÖDEME YAPACAKSIN dememiş..Bilse kesinlikle ne gerekiyorsa yapacak. Ama arayan olmamış.
Geçenlerde gelen ceza yazısını alınca şok olmuş. Emekli aylığına haciz gelmiş.Son derece üzgün…Ömrü boyunca  görev bilinci içinde olmuş, sorumluluk sahibi bir kişidir.Bürokrasiden gelme titizliği ile tanınan Asri SARI kelimenin tam anlamıyla şaşkın ve üzgün…..Bu miktarda parayı ödeme gücü de yok, ceza yazısının sebebi için de ,haksızlık yapıldığına inanıyor.
ASRİ SARI gerçekten mağdur olmuş.
Kendisi gibi SERBEST çalıştığı halde, bunu SGK'ya bildirmeyen ve emekli aylıklarından yüzde 15 Sosyal Güvenlik Destek Primi kesintisi yaptırmayanlardan, 300 bini takibe alınmış. Emekli aylıklarına, geriye dönük haciz uygulanarak aylıklarının 1/4'ünün kesilmesi işlemine başlanmış. Tespit edilen 100 bin kişi de yakında takibe alınacakmış.
Bu uygulama çok haneye zarar verecek. İnsanlar üzgün aileler mağdur.
SSK, Bağ-Kur ve TC Emekli Sandığı'ndan emekli olduktan sonra, çalışmaya devam eden birkaç milyon emekli var. Ücret ödemelerinden bordro üzerinde SGDP kesintisi yapılıyor. Bu tür emekliler de sorun olmamış.
ASRİ SARI gibi, diğerlerine gelince, onlar için durum karışık.  Emekli olduktan sonra, vergi dairesine kayıtlı olarak serbest çalışanlar veya emekli oldukları halde, serbest çalışmaya devam edenler (Kahvehane, bakkal, konfeksiyoncu, ayakkabıcı, gözlükçü, kitapçı, lokantacı, tamirci, doktor, avukat ve benzeri kişiler,)Emekli olduktan sonra bir anonim şirkette yönetim kurulu üyesi olanlar ile limited şirketlerde (yüzde 1 dahi olsa) hissedar olanlar, SGK’ya başvurup, emekli aylıklarının yüzde 15'ini SGDP olarak kestirmeleri gerekiyormuş.
Asri Abi gibi birçok vatandaş çıkış bulamıyor. Yardım bekliyor. Cezalar yüksek. Çok kişinin ödeme gücü de yok…ÇARE ARIYORLAR..“SGK “  dan ASRİ SARI  şikayetçi.. Derdini kime anlatsın?
Emekli maaşı yetmiyor, geçinemiyorum, deyip de yeniden çalışmayı düşünen veya iş kurmayı planlayan emekliler  pabuç pahallı Asri SARI ağabeyimizin mağduriyetini dinleyin..
UNUTMAYALIM Kİ… Gülersen herkes seninle birlikte güler, ağlarsan tek başına ağlarsın..


25 Mart 2013 Pazartesi

“GÜNEŞİMİ KAPATMAYIN, BETON ÇOK SOĞUK, ÜŞÜYORUM...”


“GÜNEŞİMİ KAPATMAYIN, BETON ÇOK SOĞUK, ÜŞÜYORUM...”

Merhum Muhsin Yazıcıoğlu’nu İlk kez, 1974 yılında Ankara’da gördüm. Ali Batman ağabeyimiz ile beraber oturuyordu. 

Kendinden emin, Vakur ve tane tane açık ve anlaşılır konuşmaları ile kendisinden çok etkilenmiştim. Sonraki yıllarda birkaç kez daha kendisini dinleme imkânım olmuştu. Abant kenarında yapılan piknikteki coşku ve enerji dolu hali unutmadığım hatıramdır.

25 Mart 2009 tarihinde, içinde merhum BBP Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu ile birlikte 6 kişinin hayatını kaybettiği helikopter kazasının ardından 4 yıl geçti… Kaza hâlâ aydınlatılmış değil.

Allah rahmet etsin… Mekânı cennet olsun…

MUHSİN : "iyilik eden, iyi davranan, iyi ameller işleyen ve yaptığını iyi yapan kimse"  demektir. Yazıcıoğlu da ismi ile müsemma gibi öyle bir insandı. Balıkesir ‘e onlarca kez geldi.1980 den sonra o zor şartlarda dostlarını yol arkadaşlarını hiç bırakmadı.

Kahramanmaraş'tan Yozgat'a giderken geçirdiği helikopter kazası sonucu hayatını kaybeden BBP Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu'nun hayatı siyasi mücadeleler ile geçmiştir.29 Mart seçim çalışmaları için "Devletten yardım alamadıkları için helikopter kiralamıştı.Heyecanla ve azimle seçim çalışmalarını yürütüyordu..Malum kaza oldu…Hala nasıl olduğunun açıklanamaması çok manidar.15.03’te düşen helikopterin enkazına 48 saat boyunca ulaşılamadı. Hava şartları vesaire..

Ben tatmin olamıyorum..Muhsin YAZUCIOĞLU neden öldü …Umarım çok geçmeden öğrenebiliriz.

Aradan geçen bunca zamanda olayın kaza mı yoksa suikast mı olduğu hâlâ aydınlatılabilmiş değil. Üstelik cevabı aranan onlarca soru var.

Silinen radar kayıtları, helikopterin beyni denen cihazların enkazdan kaybolması, bu cihazları söken askerlerin görüntülerinin yayınlanması, Merhum Yazıcıoğlu ve 5 kişinin kanında yüksek miktarda zehirli gaz bulunması gibi kafa karıştıran bir sürü ayrıntı var. Ülkemiz için çok önemli bir kayıptır. Genç dinamik dava adamı Muhsin Yazıcıoğlu ülkemiz için çok önemli insandı. Yapacağı çok şey daha vardı.

Muhsin Yazıcıoğlu, 1954 yılında Sivas'ın Sarkışla ilçesi Elmalı Köyü'nde bir çiftçi ailesinin oğlu olarak doğdu. İlk ve orta öğrenimini Şarkışla'da yaptı. Yüksek öğrenimini yapmak üzere 1972'de Ankara'ya geldi. 

Üniversite tahsilini, Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi'nde tamamladı. 1978'de faaliyete geçen Ülkücü Gençlik Derneği'nin kurucu Genel Başkanı oldu. 1980 yılına kadar MHP'de Genel Başkan Müşavirliği görevinde bulundu.

12 Eylül 1980'de yapılan askeri darbenin ardından, MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Davası sanığı olarak cezaevine konuldu. 5,5 yılı hücrede olmak üzere 7,5 yıl Mamak Cezaevi'nde kalan 

Muhsin Yazıcıoğlu, 7,5 yıl cezaevinde kaldığı bu davadan herhangi bir ceza almadı.

Cezaevinden çıktıktan sonra, Sosyal Güvenlik ve Eğitim Vakfı'nın başkanlığını yaptı.1987'de arkadaşları ile birlikte MÇP'de siyasete girdi. MÇP'de Genel Sekreter Yardımcılığı görevinde bulundu.

1991 genel seçimlerinde üç partinin oluşturduğu ittifak bünyesinde, milletvekili adayı oldu. “O, inançlarınızı Meclis'e taşıyacak” sloganıyla, Sivas'tan milletvekili seçildi.

29 Ocak 1993 tarihinde Büyük Birlik Partisi kuruldu ve bu partinin Genel Başkanlığına seçildi.24 Aralık 1995'te yapılan erken genel seçimlerde ANAP-BBP ittifakından 20. Dönem 
Sivas milletvekili olarak, yeniden meclise girdi. 26 Nisan 

1998'de yapılan 3. Büyük Kurultay’da BBP Genel Başkanlığına seçilmiştir.

22 Temmuz Erken Genel seçimlerinde 23. dönem milletvekilliğine seçilmiştir. TBMM'de Büyük Birlik Partisi Sivas Milletvekili olarak BBP'yi Meclis'te temsil etmiştir..

Muhsin YAZICIOĞLU, evli ve iki çocuk babasıydı..

Son derece fedakâr, samimi, dürüst, küçük hesaplar peşinde koşmayan, imaj devri iddialarına aldırmayan, inandığını söyleyen, bildiğinin peşinde giden bir siyaset adamı Muhsin Yazıcıoğlu; Fırtınalı bir hayat yaşadı, pes etmedi. Hapse atıldı, üşüdü. 

Doğru bildiğinden dönmedi. Zor zamanlarda dik durdu. Ders aldı, ders verdi. En çok ihtiyaç duyulduğunda vefa gösterdi. Kalabalıklar içinde yalnız yürüdü; ama küsmedi.

KARA BULUTLAR ANSIZIN GÜNEŞİNİ KAPATINCA, ‘SONSUZLUĞUN SAHİBİ’NE ULAŞTI. O SON REİS’Tİ. O MUHSİN YAZICIOĞLU’YDU.

 (Bakara, 2/112) Hayır... Kim muhsin olduğu halde yüzünü Allah için salim kılarsa işte onun için Rabbinin nezdinde mükâfatı vardır. Ve onların üzerine bir korku yoktur. Ve onlar mahzun da olmayacaklardır.

Kur'ân-ı Kerim » 3 / ÂLİ İMRÂN - 169 “Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma. Bilakis onlar diridirler, Rab'leri katında rızıklanmaktadırlar.”

23 Mart 2013 Cumartesi

KISKANÇLIK, HIRS VE REKABET duygusu bizi bitirecek…





KISKANÇLIK, HIRS VE REKABET duygusu bizi bitirecek…

ANTİK dönemin ünlü filozofu Sokrates'e, bir öğrencisi şansa inanıp... sonra: "Elbette inanırım" demiş; "Sevmediğim kişilerin başarısını, yoksa nasıl açıklardım? ...

İnsanın çok eski ham duygusu “kıskançlık” ”hırs”  ve “rekabet” duygusudur. Paylaşma, dayanışma, ekip çalışması, söz olarak beğendiğimiz kavramlar. Ancak uygulamada nefsimiz kontrolü ela aldığı için, “ben” merkezli düşünüyoruz.Pek çoğumuz tamamen her şey benim olsun diyoruz.Gözümüzü hırs bürümüş.. Çok insan bu hırsından zarar görüyor… Bu koca dünyada yapayalnız kaldıklarından  habersizler…… Kazandım sanıyorlar , kaybettiklerinden habersiz..

Kıskançlık insanın doğasında olan bir duygu; Kararında kıskançlık işyerinde motivasyonu artırırken, abartılı kıskançlık sizi kemirip, yok ediyor. Kıskançlığın genellikle eğitimli, 30’lu yaşlarda, kariyer hedefi yüksek kişiler arasında daha fazla olduğu söyleniyor.

Rekabet kıskançlığı körüklüyor

Kıskançlık insanın doğasında olan bir duygu. İnsanın içini kemiren, mantıklı düşünmesini engelleyebilen bu duygu, çocukken aile içinde başlıyor, okul ve iş yaşantısında da kendini gösteriyor.Maalesef kazanma hırsı, hep benim olsun duygusu yiyip bitiriyor.Çok kişi küçük bir destekle, başarılı olabilecekken çevresindeki kıskanç, hırslı kişilerin tekmeleri ile tamamen kaybolup gidiyor..

Son günlerde iflas edenler, bunalıma girenler, yuvaları yıkılanlar, intiharlar artımı, artmadı mı?
Bu dünya hepimize yeterde artar. KISKANÇLIK, HIRS VE REKABET duygusu bizi bitirecek… Birlikte yaşamayı, paylaşmayı geç kalmadan öğrenmeliyiz.

Öğretmen sınıftaki zeki fakat kıskanç öğrenciye :
-Niçin arkadaşlarını çekemiyor, onların yaptıklarını bozup kavga ediyorsun?” diye sordu.
... Öğrenci, bir süre düşündükten sonra,
“Çünkü onların beni geçmelerini istemiyorum” dedi. “En iyi ben olmalıyım. "
Öğretmen, masasından kalktı, eline bir parça tebeşir aldı ve yere 15 cm. uzunluğunda bir çizgi çekti, kıskanç öğrenciye bakarak,

“Bu çizgiyi nasıl kısaltırsın?” dedi.
Öğrenci bir süre bu çizgiyi inceleyip içinde çizgiyi birçok parçaya bölmek de olan birkaç yanıt verdi.

Öğretmen, yanıtları kabul etmedi ve yere ilkinden daha uzun bir çizgi çekti.
“Şimdi birinci çizgi nasıl görünüyor?” diye sordu.
Öğrenci utana sıkıla,“Daha kısa” diyerek başını öne eğdi.
Öğretmen bu yanıt üzerine öğrencisine unutmaması gereken şu öğüdünü verdi:
- Bilgini ve yeteneklerini artırarak kendi çizgini uzatman, rakibinin çizgisini bölmeye çalışmandan daha iyidir. .

İnsanın çok eski ham duygusu “kıskançlık” ”hırs”  ve “rekabet” duygusudur. Bu koca dünyada yapayalnız kaldıklarından  habersizler…… Kazandım sanıyorlar , kaybettiklerinden habersiz..

İNSANLARI ANLAMAK ZORDUR... HERKES KENDİ MERKEZİNDEN BAKAR, DOĞAL OLARAK "BEN MERKEZLİ" GÖRÜR... NE KADAR FARKLI BAKARSAK BAKALIM, ORTAK PAYDAMIZ İNSAN OLMAKTIR VE İNSANIN İNSANLIĞA İNSAN OLMAKLA GETİRDİĞİ BİR BORCU VARDIR, HOŞGÖRÜ VE ADALET..


20 Mart 2013 Çarşamba

LİSE SON SINIFTA ÖĞRENCİ VAR MI, YOK MU?




LİSE SON SINIFTA ÖĞRENCİ VAR MI, YOK MU?

“2013 sınav sistemin ilk aşaması olan YGS ye sayılı günler kaldı. 1 milyon 851 bin aday 24 Mart Pazar günü üniversite olmanın ilk adımı olan Yükseköğretime Giriş Sınavı’nda (YGS) ter dökecek.”
* Öğrencilere başarılar, anne ve babalarına hoşgörü ve tahammül dilerim.
Pazartesi saat 08 30 da Devlet hastanesine gittim. Kalabalık bir öğrenci grubu, katlarda koşuşturuyordu. Poliklinik koridorunda  nereye gideceklerinden emin olmayan şaşkın ve masum bakışlar içindeydiler..Yönlendirme görevlisinin yüksek sesle açıklamaları duyuldu.
-RAPOR ALACAK ÖĞRENCİLER ÜST KATTAKİ BANKOYA GİTSİNLER…
Onlarca öğrenci birbirlerini itekleyerek hastaların arasından birer ikişer ayrılarak merdivenlere yöneldiler.
Yanımdan geçen bir gence sordum. Bu hal nedir.
–Amca rapor alacağız. YGS hazırlığı için okula gitmek istemiyoruz. Ancak izin vermiyorlar. Rapor getirin diyorlar.
Gördüğüm öğrenci sayısı çoktu. Bu kalabalığa göre Lise sonda devam eden öğrenci kalmamış gibi görünüyor. LİSE SON SINIFTA ÖĞRENCİ VAR MI, YOK MU? Merak ediyorum.
İdarecilerin yaptığı tüm uyarılara rağmen öğrenciler, devamsızlık hakkını kullanmış, sınavın yaklaştığı bu günlerde ise, sınava hazırlık için çaresizlik içindedir. Öğrenci hasta olmadığı halde rapor almak için doktor doktor dolaşmaktadır. Kimi zaman da haklı olarak doktorlarla karşı karşıya gelmektedirler. Öğrenci çaresiz, öğrenci sıkıntılı, öğrenci mağdur, başlarında kimseleri de yok.

EĞİTİM SİSTEMİNDE BİR SORUN MU VAR… Öğrenciler Üniversiteye girmek için okullarımızda eğitim gördükleri halde. Sınavlara hazırlık için hemen hemen tamamı dershanelere koşuyor… Evde istirahatlarını mecbur kılan doktor raporu var. Ancak daha yoğun enerji ile dershaneye, özel öğretmene gidiyorlar… Buna da mecburlar.
OKULLAR, Çocukların beklentilerine uygun, çalışma yapamazlar mı?
Yeni bir konu değil ..Maalesef yıllardır durum budur…Çözüm yok…Yetkililer durumu seyretmekten öte ne yapıyorlar çok merak ediyorum..
Hayata hazırlanan genç yolun başında sahtekârlığa yönlendiriliyor. Bu da eğitim oluyor.
Onlarca rehber öğretmen ve yüzlerce öğretmen lise son sınıfları boşaltılmış okulların boş sınıflarda, yoklama defterine “sınıfta öğrenci yok” diye yazıp, çaresiz bekliyor… Yol yöntem bilmediği için okula gelmiş olanlara ,-sen doktor raporu almadın mı? diye soruyorlar…Üzücü durum..Bu tablo çok acı….

World Health Organization - WHO), Birleşmiş Milletler'e bağlı olan ve toplum sağlığıyla ilgili uluslararası çalışmalar yapan Dünya Sağlık Örgütü,  aynı hafta içinde 2 milyona yakın çocuğun rapor aldığın duysa. Türkiye’de neler oluyor demez mi? Aynı yaş grubundan bu kadar sayıda çocuğun aniden hastalanarak bir hafta rapor alması gerçekten dikkat çekmez mi?Nasıl açıklama yaparlar merak ediyorum….
HEPİMİZ BİLİYORUZ ,ACI GERÇEK BU..YÜZLEŞMEK İSTEMİYORUZ….Sınav merkezli eğitim öğrencileri okuldan uzaklaştırıyor.Asıl gerçek bu…Öğrenci okuldan beklentisini bulamıyor.Dışarıda destek arıyor.Senelerdir inatla sıkıntıyı çözecek düzenleme yapmaktan kaçınıyoruz.Kimler neler denedi…Ne olduysa durum değişmiyor.

Severek coşku ile ilkokula gönderdiğimiz çocuklar; lise eğitiminin son sınıfında kendini cezaevinde gibi hissediyor.Okulu sevimsiz buluyor.Mahkum gibi kaçmanın yolunu arıyor.. İşte bundan dolayı da Devamsızlık tabirine  “ okuldan kaçmak “diyorlar.


Halbuki  Türk Milli Eğitiminin Amaçları 1739 sayılı kanunda böyle demiyor..


Türk milli eğitimini amaçları;“…..Türkiye Cumhuriyetine karşı görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları davranış haline getirmiş yurttaşlar olarak yetiştirmek;……..Beden, zihin, ahlak, ruh ve duygu bakımlarından dengeli ve sağlıklı şekilde gelişmiş bir kişiliğe ve karaktere, hür ve bilimsel düşünme gücüne, geniş bir dünya görüşüne sahip, insan haklarına saygılı, kişilik ve teşebbüse değer veren, topluma karşı sorumluluk duyan; yapıcı, yaratıcı ve verimli kişiler olarak yetiştirmek; ….İlgi, istidat ve kabiliyetlerini geliştirerek gerekli bilgi, beceri, davranışlar ve birlikte iş görme alışkanlığı kazandırmak suretiyle hayata hazırlamak ve onların, kendilerini mutlu kılacak ve toplumun mutluluğuna katkıda bulunacak bir meslek sahibi olmalarını sağlamak….” Olarak yazıyor…

Yukarıda yazılan amaçları okudunuz ,ben mi yanılıyorum.Sizce de  bir yerlerde terslik yok mu..?Yazılı olan amaca  uygun eğitim gören ve bu hedeflere ulaşmış kaç kişi var. Bu nasıl çelişkidir. Ya amaçlarda değişiklik yapın, ya da bu yazılanlara uygun eğitim yapın.

ÇÖZÜM BEKLİYORUZ …..Öğrencilerimize bu eziyeti reva görenler vebal altında kalır…Ben sınavlara hazırlayan değil, hayata hazırlayan eğitim istiyorum.. “kendilerini mutlu kılacak ve toplumun mutluluğuna katkıda bulunacak, bir meslek sahibi gençler”imizi görmek istiyorum.

17 Mart 2013 Pazar

18 MART 1915 ÇANAKKALE DENİZ ZAFERİ VE ŞEHİTLERİ ANMA GÜNÜ



18 MART 1915 ÇANAKKALE DENİZ ZAFERİ
VE ŞEHİTLERİ ANMA GÜNÜ

Her yıl Değirmen boğazı spor grubundan arkadaşlarımızla Çanakkale Boğazını yüzerek geçme etkinliklerine katılıyoruz. Boğazın dalgalı sularında 2 saate yakın kulaç atarak yüzüyoruz. Ben her yıl bu faaliyete katılmaktan son derece gurur duyuyorum. Çünkü her kulaç atışımda şehitlerimizi iliklerime kadar hissediyorum.

 İnancım şu ki yaşayan her vatandaşımız Çanakkale’yi görmeli ve ecdadımızın muazzam zaferini, mücadelesini bilmelidir.

Siz hiç Çanakkale’ ye gittiniz mi? Denizin o kan kokan kırmızısına dalıp o maviliğe kırmızı hüznü salan şehitlerimizi düşündünüz mü? Ya da gecenin bir yarısında Karanlığın içinden gelen vatanı uğruna hayatını veren insanların sesini duydunuz mu? Ben duydum. İçinizde öyle derin fırtınalar kopuyor ki; gözlerinize anlamını bilmediğiniz çiğ taneleri düşüyor. Belki ağlıyor belki kahroluyorsunuz ama o her adım atışında üstlerine bombalar kurşunlar şarapnel parçaları yağan şehitleri düşündüğünüzde yüreğiniz bir parça daha eriyor.

Çanakkale savunması; Öz yurdunu korumak için şahlanan yaralı bir ulusun, sayı ve maddi açılardan üstünlüğü tartışılmaz olan düşmanlarını yenerek, onları felce uğrattığı bir savaştır. Bu durumuyla dünya harp tarihlerine geçmiş ve Türk tarihine de altın harflerle yazılıp Türk’ün kahramanlık ve şeref abidesi olmuştur.

Bu zaferler, büyük Türk Ulusuna Atatürk gibi dahi bir lider hediye etmiştir. Mustafa Kemal’in Anafartalarda parlayan yıldızını 18 MART’ın şafağı aydınlatmış, bu zafer, Türk’e, öz benliğini ulusal kimliğini bulma yolunu göstermiş, Türk bağımsızlık savaşının temelleri ÇANAKKALE’nin sularında ve Conk Bayırı’nda atılmıştır.
Ulusumuzun tarihi, her sayfası altın harflerle yazılmış destanlarla doludur. Bu destanların yazarı, Niğbolu’da, Varna’da, Kosova’da, Çaldıran’da, Mohaç’ta, Çanakkale’de, Gaziantep’de, Kahramanmaraş’ta, Şanlıurfa’da, İnönü’de, Sakarya’da, Afyon’da, “bir gül bahçesine girercesine kara toprağa girmiş” kahraman şehitlerimiz ile gazilerimizdir.

Tarihimizin şeref sayfalarından biri de bundan 98 yıl önce 18 Mart’ta Çanakkale’de yazılmıştır. Çanakkale’de; teknik üstünlük yurt ve ulus sevdası karşısında bütün anlamını yitirmiş, zafer mertlikle kucaklaşmış, ölüm şehit olmakla yüceltilmiştir. Türk ulusunun ATATÜRK’e kavuştuğu muhteşem bir zaferin adı olan Çanakkale, aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti’nin “ön sözü”dür.

Çanakkale, düşmanın zannettiği gibi öylesine bir savaş ve sıradan bir ölüm yeri değildir. Çanakkale, Türk’ün bitti sanılan askerî gücünün tükenmediğini, koşullar ne kadar ağır olursa olsun, iyi yönetildiği takdirde, tüm zorlukların üstesinden gelebilecek güç ve inanca sahip bulunduğunu dünyaya kanıtlamıştır.
Türk halkının çok sayıda şehit vermesine karşın, Çanakkale'de gösterdiği üstün başarı, ulus olma bilincinin de tohumlarını atmıştır. Atatürk'e inanmanın ve güvenmenin ulusumuz için en büyük ödülü, bağımsız yurt toprakları üzerinde kurulan laik, demokratik, çağdaş Türkiye Cumhuriyeti olmuştur. Atalarımızın, bağımsızlığımızın ve özgürlüğümüzün simgesi, şehitlerimizin ve gazilerimizin emaneti olan güzel yurdumuzu ve 
Cumhuriyetimizi aynı ruh ve anlayışla korumak temel sorumluluğumuzdur

Ey Anadolu’ nun her tarafından gelip bu topraklarda yatanlar gözünüz arkada kalmasın. Biz bu aziz vatanı ister gecenin kör karanlığında ister alaca şafakta olsun kimselere bırakmayacağız. Çanakkale aslımızdır ve biz aslımızı unutmayacağız.

  Sen ki, a’sara gömülsen taşacaksın... Heyhat, Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihat... Ey şehit oğlu şehit, isteme benden makber, Sana aguşunu açmış, duruyor peygamber.”

16 Mart 2013 Cumartesi

16 Mart Öğretmen Okullarının Kuruluş Gününde Milli Eğitim Müdürüne AÇIK MEKTUP





16 Mart Öğretmen Okullarının Kuruluş Gününde
Milli Eğitim Müdürüne AÇIK MEKTUP

DARÜLMUALLİMİN MARŞI
Fikr ordusuyuz meş’ali irfanla mücehhez
Ayatı hakikat okunur rayetimizde
Cehlin ebedi hasmıyız
Ümidi muazzez rehberlik eder meşyeti

Yeni göreviniz hayırlı olsun, Şahsen ziyaretinize gelemedim. Kabul ederseniz, İleride bir gün tanışmayı ve mülakat yapmayı arzu ederim. 

Göreve başladığınız günden itibaren samimiyetiniz kamuoyu tarafından anlaşılmıştır. Sayın Valimizin de beyanı ile uyum içinde bir ekip kurduğunuz anlaşılmaktadır. Öğretmen ve yöneticilerimize güven veren ve teşvik eden konuşmalarınızı memnuniyetle takip etmekteyim. 

Mesleğe ilk mektep muallimi olarak başladım. Leyli meccani okudum. (biraz eski dil ile oldu.) 25 yıl resmi 8 yıl özel okul, dershane hizmeti ile emekli oldum. Çevremde tanıdıklarım da dâhil Milli eğitim emeklilerini davet eden resmi hiçbir organizasyon görmedim. Sanki emekli olsalar da kurtulsak anlayışı var. 30 -40 yıl hizmet etmiş arkadaşlarımızı ne arayan var ne de tecrübe ve birikimlerinden yararlanan. Hâlbuki emekli olan yüzlerce meslektaşımın aranması,  Düzenlenen törenlere yılda bir kez bile olsa, davet edilmesi yerinde olur. Fikirleri alınmasa da, gönüllerinin alınması gerekmez mi?

Teşkilatınız çok büyük ve komplike bir yapıya sahiptir. Diğer kurumların yönetim kolaylığı sizde yoktur. Yürüttüğünüz bütün hizmetleri bir müeyyideye bağlı olduğundan insifiyatif alanınızda sınırlıdır. Ancak başarısızlığın faturası her zaman sizin olacaktır. 

Balıkesir eğitimi size teslim edilmiştir. Vebaliniz büyüktür. Naçizane buradan aktarıyorum.

Önerilerimin çözümü Bakanlık düzeyinde olsa da size yazıyorum..

Sınıf öğretmenlerimizin işi çok zordur. Onlar için şunları söyleyebilirim.
1.Sınıf öğretmenlerinin köy hayatına uygun bir eğitim sürecinden geçirilmesi için köy 
Öğretmeni yetiştirme uygulamalarına ağırlık verilmeli, Sınıf öğretmeni adaylarının staj uygulamaları daha çok köylerde yapılmalıdır.
2.Köylerde özveriyle görev yapan sınıf öğretmenlerinin başarıları maddi ve manevi olarak ödüllendirilmelidir.
3 Köyde görev yapan öğretmenlerin özellikle mesleki örgütlenmeleri desteklenmeli 
ve sorunlarını bu yolla dile getirmeleri sağlanmalıdır.
4.Köy eğitimi dikkate alınarak hizmet içi eğitim, rehberlik, birleştirilmiş sınıf uygulaması hakkında gerekli düzenlemeler yapılmalıdır.
5.Köy okullarının araç-gereç yetersizlikleri giderilmeli, lojman ve okulların bakım ve onarım çalışmaları yapılarak öğretmenlerin üzerindeki ek yük kaldırılmalıdır.
6.Köyde görev yapan yeni mezun öğretmenler (kıdemli öğretmenlere göre daha az sorun yaşamaları için), fakültede veya göreve başlamadan önce, köy koşullarına uyum konusunda eğitim almalıdırlar. 
7.Sınıf öğretmenliğine yalnızca Eğitim Fakültesi Sınıf Öğretmenliği anabilim dalından mezun olanlar atanmalıdır.

“ÖĞRETMENLİK” için önemli bulduğum konular;

1.Öğretmen yetiştirmenin esasları, ilköğretim, Orta-öğretim ve Yükseköğretim için yetiştirilecek öğretmenlerde aranan nitelikler ve bunun standartları tespit edilmeli. Öğretmen yetiştirmenin esasları ve bununla ilgili kurumların çalışmaları, gerekirse çıkarılacak bir kanunla saptanmalıdır.
4. Memleketimizin gerçek öğretmen ihtiyacı dikkatlice tespit edilmeli. Her yıl hangi sahada ne kadar öğretmenin yetiştirmesi gerektiği bir plana bağlanmalıdır. Bu şekilde,sokaklarda gösteri yapan mağdur ve mazlum genç işsiz öğretmenlerin mesleği yıpratan davranışları olmaz
5. Bugün olduğu gibi 27 Üniversiteye bağlı 208 Fakülte ve Yüksek Okuldan öğretmen yetişmesi beklenemez. Bu iş, dağınıklıktan kurtarılması için. Görev ve sorumluluğu sadece öğretmen yetiştirmek olan 2-3 üniversiteye veya 10-15 fakülteye verilmeli. Bu üniversite ve fakülteler Öğretmen Yetiştirme Genel Müdürlüğü ile işbirliği halinde çalışarak öğretmenlerin hizmet öncesinde ve hizmet içinde yetişmelerini sağlamalıdır.
6. Öğretmen yetiştirecek Üniversite ve Fakültelerde öğretim üyeliği çok cazip hale getirilmeli. Bu elemanların en kısa zamanda, yurt içinde ve yurt dışında yetiştirilmesi için gereken önlemler alınmalı.
7. Gerekirse, öğretmen yetiştirme konusunda YÖK kanununda değişiklik yapılmalıdır.
8. .Öğretmen liseleri yeniden yapılandırılmalı öğretmenliğe hazırlayıcı dersler konularak «Öğretmen Kolejleri» haline getirilmeli. Bu kolejler, öğretmen yetiştiren yüksek öğretim kurumlarına öğrenci hazırlayan bir kaynak olarak düşünülmelidir.
9. Öğretmen yetiştiren kurumlara alınacak öğrencilerin, üniversite seçme sınavlarında yüksek puan alanlar arasından. Öğretmenliğe yeteneklilerinin itina ile seçilmesi sağlanmalı.
10. Hizmet içi eğitimi, Bakanlık Hizmet içi Eğitimi dairesi tarafından, yılın on iki ayında devam edecek, bütün öğretmenlere hizmet içi eğitimi sağlayacak şekilde planlanıp yürütülmeli. Bunun için, Hizmet içi eğitimi, Milli Eğitim Bakanlığı ile öğretmen yetiştiren fakülte ve yüksek okulların işbirliği ile yürütülmelidir.

Okul müdürlerimiz ile ilgili olarak:

Okul müdürlerinin görevlerini başarmada, karşılaştıkları sorunlar var. Veliler, öğrenciler, öğretmen ve personel, koruma dernekleri, aile birlikleri, denetim kademesindeki statükocu anlayış,üst yöneticilerin askeri statüko ile baskıcı tutumları,sistemin mevzuatçı yapısı,”buzdolabı çalışsın, soğutup soğutmadığı önemli değil” anlayışı,okul müdürünün kapsama alanındadır.Karşılığı malum….
1.Okul müdürlerimizin üstleriyle yeterli iletişimi sağlayamadıkları yapılan araştırmalarda açıkça görülür.İletişim kanalları gözden geçirilerek net sade açık ve en kısa yol tercih edilmelidir. 
2.Mevzuatın günün şartlarına uygun olmaması, Yönetimin merkeziyetçi olması, Yönetime siyasetin karışması, Finansman yetersizliği, Merkezde alınan kararların uygulanamaması, Alınan kararların sık sık değişmesi, astlardan gelen teklifleri incelememesi, personel eksikliği, araç-gereç eksikliği, denetimlerde görülen tutarsızlıklar AYRI AYRI TESPİT EDİLEREK HERBİRİ İÇİN MAKUL ÇÖZÜMLER GELİŞTİRİLMELİDİR.

Son olarak Sayın Milli Eğitim Müdürümüzden şunları dilerim.
Okullarda öğrencilerimizin sosyal faaliyetleri desteklenmelidir.”Tost yedirilip beslenen, test çözdürülüp robotlaştırılan ” kuru, tatsız, soğuk, ezberci yapı derhal bitirilmelidir. Tiyatro, müzik, münazara, folklor, spor, gezi gözlem, inceleme deney, laboratuar, resim, sergi, izcilik çalışmalarının yoğunluğu arttırılarak okul hayatın merkezine oturmalıdır. 

Gençlerin sınavlara değil, hayata hazırlamasına öncelik verilmelidir. Geleceği emanet alacak çocuklarımıza, özgüven kazandıran, kabiliyet ve istidatlarını destekleyen mutlu huzur içinde KOŞARAK coşku ile GİDİLEN OKULLAR Balıkesir’ de de olabilir. 

“Mektubuma burada son verirken selam eder .Çalışmalarınızda başarılar dilerim..Bu gün kimsenin önemini anlamadığı eski öğretmenler için çok değerli olan 16 Mart Öğretmen Okullarının Kuruluş Günü(DARÜL MUALLİMİN) ”nde umutlarımı koruyor.Milli Eğitim çalışanlarının ve öğretmenlerimin 16 MART gününü kutluyorum

13 Mart 2013 Çarşamba

HAYAT ERTELENMİŞ UMUTLARLA DOLU...

http://www.balikesirdemokrat.com.tr/yazar-6-940-ibrahim_demirci.html


HAYAT ERTELENMİŞ UMUTLARLA DOLU...

Hayat akıp giderken, aklınızdan geçen güzellikleri asla yarım bırakmayın. Ne yapacaksanız hemen, ama hemen şimdi yapın.Ertelemeyin..Ertelediğinizde belki bir daha fırsat bulmayabilirsiniz.Sevdiklerinize duygularınızı hemen söyleyin..Yapacağınız ne varsa üşenmeyin ertelemeyin.. Yapın..

Erteleyerek kaybettiğimiz zamanın yerine koyacak hiçbir kaynağımız yok."Ertelemek hayatı kaçırmaktır."

Geçtiğimiz gün mezarlık ziyaretine gittiğimde, Başçeşme mezarlığında ne kadar çok tanıdığım varmış dedim. Mezar taşlarını okudum dua ettim... Orada aramızdan zamanlı veya zamansız ayrılan, 7’den 70’e çok sayıda insan sessizce yatıyordu. Yatanlar sadece bedenler değil, ertelenmiş ruhlardı. Söylenmemiş sözler, yarım bırakılmış işlerdi. Evet, kim bilir onlar hayata veda ettiklerinde neleri yarım bırakmışlardı? Kimisi, “Tamam onu kırdım, ama nasılsa yarın gönlünü alırım.” Diyordu. Kimisi, “Adam sende, bu konsere bir daha ki sefere giderim.” Demişti. Kimisi de “Tatile haftaya çıkarım, hele şu işi bir halledeyim.” Diye düşünüyordu. Ve onların hiçbiri düşündüklerini yapamadı.

Hayat akıp giderken... Siz siz olun, bugün aklınızdan geçen güzellikleri asla yarına bırakmayın... Ne yapacaksanız, hemen, ama hemen şimdi yapın...

Hepimizin içinde –az ya da çok- yapmamız gerekenleri ,erteleme eğilimi vardır. Hayat bize, çalışmanın yorucu ve zorlayıcı; eğlenmenin ise zevkli olduğunu daha ilkokulun ilk haftasında öğretir.

Erteleyen çoğu insan için, “sonra” geldiğinde de durum farklı olmaz; ertelenen her şey için yeni bir “ertesi 
gün bahanesi” bulunur. Böylece erteleme bir alışkanlığa, sonra da bir hayat tarzına dönüşür.

Erteleme, niyetle eylem arasındaki boşluktur. “Bunu daha sonra yaparım” demek de bir işe başlamak için doğru zaman ve doğru ruh halini beklemek de “son dakikacılık” da ertelemenin farklı yüzleridir.
Erteleme eğiliminin yüzeyde görünen sebebi, genelde insanın zaman yönetmedeki yetersizliği gibi görünür. Ertelemenin elbette zaman planlamasıyla ilgisi vardır; ancak çoğu zaman ertelemek zamansızlığın bir sonucu değildir. Tam tersine insanlar işlerini erteledikleri, kararlarını sürüncemede bıraktıkları için zamanı iyi yönetemezler.

Ertelemek, bilmekle yapmak arasındaki boşluktur. Eğer başarmak istiyorsak işe başlama disiplinini ve cesaretini göstermek zorundayız. Hayal etmek, istemek, arzu etmek, plan yapmak elbette küçük ya da büyük her iş için gereklidir ama başarı ancak işe başlayanların sahip olacağı bir ödüldür.
Pek çok durumda bilgimiz ve yetkinliklerimiz, yapacağımız iş için tam anlamıyla yeterli olmayabilir. Kimsenin donanımı dört dörtlük değildir. İnsan yetkinliklerini “yaparak” kazanır. Sadece düşünerek, hayal ederek, plan yaparak yetkinlik elde etmek kimseye nasip olmamıştır.

Erteleme eğilimi yerine “aciliyet hissini” yerleştirdiğimizde, inisiyatif almaya başladığımızda, “durumdan vazife çıkardığımızda” ve bu vazifeyi üstlenmeye gönüllü olduğumuzda, başarı doğal olarak kendiliğinden gelecektir.

Erteleyerek kaybettiğimiz zamanın yerine koyacak hiçbir kaynağımız yok."Ertelemek hayatı kaçırmaktır."

Hepimizin hayatı, yarınlara bırakılmış işlere, ertelenmiş umutlarla dolu... Çalışıyoruz çalışıyoruz..!Hayatın tüm güzelliklerini ellerimizle itiyoruz...

Ve de, sanki tüm yarınlar bizimmiş gibi, hayaller kurup duruyoruz... Sevinçleri, mutlulukları, hep sonraya bırakıyoruz... Bizler var ya bizler... İnanın çok yanlış yaşıyoruz…

12 Mart 2013 Salı

92 YIL ÖNCE BUGÜN ………..


          

 92 YIL ÖNCE BUGÜN ………..

 

İstiklal Marşının Kabul Edildiği Günü ve Mehmet Akif Ersoy’u Anma Günü Töreni  (bugün )12 Mart 2013 Salı günü saat:14.00’da Salih Tozan Kültür ve Sanat Merkezinde yapılacak…

 

“Millî marşlar, milletlerin kahramanlık destanlarıdır. Bayrağımız ve onun hürriyetini ebedîleştiren İstiklal Marşımız; milletimizin ruhunu, tarihini, ideallerini aksettiren ölmez değerlerdendir…”

Ülkenin bağımsızlığı ve bütünlüğü için ATATÜRK önderliğinde mücadele veren TBMM Hükûmeti yeni bir ordu kurarken bu orduyu ayakta tutacak, ona moral verecek güçleri de harekete geçirme çabasındadır. Anadolu'da tutuşan heyecanı koruyacak, vatan sevgisini ve inancı canlı tutacak bir marşın hazırlanması düşüncesi, işte bu amaçla ortaya çıkmıştır.
Dönemin Millî Eğitim Bakanlığı da bu düşünceyi benimseyerek bir yarışma düzenlemiştir. Beğenilen güfte için 500 lira ödül verilecektir. Yarışma için gelen 724 şiir incelemeye alınmıştır. Bir kurulca bunlar titizlikle incelenip şiirlerin 6 tanesi ayrılmıştır. Ama hiçbiri beğenilmemiş, marş olacak değerde bulunmamıştır. O zaman Burdur Milletvekili olan Mehmet Akif'in para ödülünden rahatsızlık duyduğu için yarışmaya katılmadığı öğrenilmiştir. Ancak Mehmet Akif, Millî Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi TANRIÖVER'in "Mükâfatı almazsınız; fakat iştirak ediniz." ricası üzerine yarışmaya katılmıştır.

Millî Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi, daha önce seçilen altı şiirle Mehmet Akif'in şiirini ordu komutanlarına göndermiştir. Onlardan, şiirlerin askerlere okunması ve beğenilenlerin sıralanmaları istenmiştir. Komutanlar, kısa sürede sonucu bildirmişlerdir: Hepsi de Mehmet Akif'in şiirini birinci sıraya almıştır.

 

12 Mart 1921 tarihinde TBMM'de yapılan oylama sonucunda Mehmet Akif'in şiiri, İstiklal Marşı olarak kabul edilmiştir. Mehmet Akif Ersoy, verilen 500 liralık ödülü "Ben bu şiiri para için yazmadım." diyerek Türk ordusuna bağışlamıştır. Mehmet Akif, İstiklal Marşı'nı kitabı Safahat'a niçin koydurmadığı sorulduğunda "O benim değil, milletimindir." cevabını vermiştir.

 

İstiklal Marşı'nın bestelenmesi için yarışma düzenlenmiş, bu yarışmaya 24 besteci katılmıştır. 1924 yılında Ankara'da toplanan seçici kurul, Ali Rıfat ÇAĞATAY'ın bestesini kabul etmiştir. Bu beste 1930 yılına kadar çalındıysa da 1930'da değiştirilerek Cumhurbaşkanlığı Orkestrası Şefi Osman Zeki ÜNGÖR'ün hazırladığı bugünkü beste yürürlüğe konmuştur.

 

Millî marşımız, milletimizin hiç değişmeyen bağımsızlık karakterinin yakın çağdaki büyük tezahürü olan ve Mustafa Kemal ATATÜRK önderliğinde gerçekleştirilen Kurtuluş Savaşı içinden çıkmıştır. Millî marşımız, Türk milletinin "medeniyet denilen tek dişi kalmış bir canavar" tarafından yok edilme niyet ve teşebbüslerine karşı verilmiş bir kavganın içinden doğmuştur. Onun için adı "İstiklal Marşı"dır.


Mehmet Akif, son günlerinde, hasta yatağında yatarken kendisine İstiklal Marşı için “Acaba yeniden yazılsa daha iyi olmaz mı?” diye bir sual sorulmuş. Akif’in şu cevabı, bu marşın neyin destanı, neyin mahsulü olduğunu anlatacak bir vecizedir:
“O şiir bir daha yazılamaz, onu ben de yazamam; onu yazmak için o günleri görmek, o günleri yaşamak lazım. Allah, bir daha bu millete bir İstiklal Marşı yazdırmasın.”
İstiklal Marşı, Cumhuriyet’in ilanından önce 12 Mart 1921 tarihinde yazılmış olmakla beraber, Cumhuriyet’i müjdelemiş ve millî marş olarak kabul edildikten sonra da hemen her gün tekrarlandığı için ATATÜRK ile beraber Cumhuriyet’in sembolü olmuştur.